Senaryosunu, Rafa Martínez, Andrés M. Koppel, Borja Glez. Santaolalla, Michel Gaztambide ile Rowan Athale'in yazdıkları ve Jaume Balagueró'nun yönetmen koltuğunda oturduğu “Way Down / The Vault”; bir banka soygunu hikayesinin anlatıldığı, bir aksiyon gerilim olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, 15 milyon Avroluk, Hollywood standartlarına göre oldukça mütevazı da sayılabilecek bir bütçeyle çekilerek; yeşil perde teknolojisi ile zorluk içeren sahnelerde de, dublör oyuncu performanslarına, izleyiciye hissettirmeden başarıyla başvurulan bu "orta şekerli", İngilizce konuşulan İspanyol filmine biraz daha yakından bakalım...
1645 yılında, Atlantik Okyanusunun, İspanya sahiline 25 mil uzaklıktaki bir bölgesinde büyük bir gemi kazası vuku bulur...
2009'un Eylül ayına gelindiğinde ise, dalgıçlar Craig (Fernando Martín) ve eski MI6 ajanlarından James'in (Sam Riley) öncülüğündeki kaptan Walter Moreland'ın (Liam Cunningham) ekibi; İspanyol bandıralı Guadalupe Bakiresi isimli gemiye ait olan batıktaki, milyonlarca Avro değerindeki hazineyi çıkartırlar...
Çıkartır çıkartmaz da, kuşatıldıkları ülke "sınırlarından / gümrüklerinden" sorumlu İspanyol sahil güvenliği tarafından bu hazineye derhal el konulur...
Konu artık, Lahey'deki Uluslararası Mahkemededir...
Ve..
Nisan 2010'da yapılan duruşmada, MI6 yöneticilerinden Margaret'da (Famke Janssen) Walter'a yardımcı olamaz ve çıkartılan hazinenin İspanya'nın elinde kalmasına karar verilir...
Çok geçmez ve bu hazine; Mayıs 2010'da, Madrid'deki İspanya Merkez Bankası'nın kasasına nakledilir...
Derken...
Tarihler, 2010 Haziran'ını gösterirken pek çok petrol şirketinin, iş anlaşması yapmak üzere; Cambridge Üniversitesinin 22 yaşındaki dahi çocuklarından, Thom Johnson'ın (Freddie Highmore) peşinde olduklarını görürüz...
Bütün bu yüksek bir ücret ile sağlam bir gelecek de vaat eden cazip teklifler arasından, düzgün bir seçim yapması gerektiğini öğütleyen babasıyla (James Giblin), lüks bir restoran da yemek yerken Thom'ın telefonuna; daha sonra bir maharetli bir yankesici de olduğunu anladığımız Lorraine'ce (Astrid Bergès-Frisbey) yollanan bir mesaj gelir...
Gönderilen ip uçlarını takip eden Thom, İspanyol romantizmine ait eserlerin sergilendiği bir sanat galerisinde buluştuğu Lorraine'ce bir araya getirildiği Walter ile tanıştırılır...
Varlıklı bir insan olan Walter'ın nihai gayesi; bir mühendislik harikası olduğu iddia edilen ve o sebeple de, çalışma sistematiği seksen yıldır kimselerce çözülemeyen İspanya Merkez Bankası'ndaki kasanın sırrının deşifre edilmesi işinde kullanmayı düşündüğü Thom'u, kendisiyle çalışmaya ikna etmektir...
Ki, eder ve ertesi gün Thom kendini, havalimanında Lorraine'in karşıladığı Madrid'te bulur...
Madrid'e ayak bastığı, 3 Temmuz 2010 günü; Güney Afrika'da düzenlenmekte olan FIFA Dünya Kupası Çeyrek Final maçında, Paraguay ile İspanya karşılaşmaktadırlar...
Yani İspanya'da yaşam, bir anlamda tamamen kupaya kilitlenmiştir...
Neyse...
Bir taksiye bindirdiği gibi Lorraine Thom'u; bir bilgisayar hackerı olan Klaus (Axel Stein), zaten tanıdığımız James ve lojistik uzmanı Simon'dan (Luis Tosar) oluşan ekibin konuşlandığı Walter'ın karargahına götürür...
Bu arada, Thom ile yaptığı bir sohbet esnasında Walter'ın ısrarlı bir biçimde, gemideki hazinenin peşine düşme nedenini de öğreniriz...
Aslında Walter'ın hedefindeki, Sir Francis Drake'in gömerek sakladığı ve sakladığı bölgenin haritasının koordinatlarını da itinayla kazıyarak işaretlediği, gemideki hazinenin arasında yer alan üç adet özel sikkedir...
Kendini kayıp hazinelerin avcısı olarak tanımlayan Walter bu işi, para için yapmamaktadır...
Bu onun için aynen milyonlarca futbolseverin şahsen tanımadıkları bir adamın attığı gole sevinerek coşmalarına benzer bir "tutkudur (passion)"...
Yalnız banka, kurulu güvenlik sistemi ve özel güvenlik görevlilerince gayet iyi korunmaktadır...
Üstelik bankanın bulunduğu caddenin karşısında, beş yüz askerlik bir gücü bünyesinde ihtiva eden bir ordu karargahı da bulunmaktadır...
Tabii bankanın, İspanya'nın eski Terörle Mücadele Gücünün Başkanı da olan işinin kurdu güvenlik şefi Gustavo Medina (Jose Coronado) faktörünü de ihmal etmemek lazım...
Zira kapıyı açmak için iki gerçek anahtarın yanı sıra onun parmak izlerine de gereksinim duyulmaktadır...
Gerçi bu parmak izi ve anahtar olayı işini; aynen Londra'daki şekilde, sanat uzmanı Claudia Valenti olarak takılacak olan Lorraine halledecektir...
Fakat asıl önemli husus, kasanın güvenlik sisteminin devre dışı bırakılmasıdır...
Çünkü bu yapılamazsa, kasaya girseler dahi dışarıya çıkmaları asla mümkün olamayacak ve kolaylıkla da enseleneceklerdir...
İşte tam da bu nokta da, Thom'un eşsiz zekası devreye girecektir...
Bunu gerçekleştirebilmek için Thom'un kasanın neye benzediğini görmesi gerektiğini bildiklerinden dolayı, mevcut temizlik şirketini by - pass ederek bankaya gireceklerdir...
Bu aynı zamanda Walter'ın planlarının, birinci aşamasıdır...
Dolayısıyla bankanın içine gizlice sızma görevi, temizlikçi kıyafeti giyecek olan Thom ile Simon'a verilir...
İlk olarak Thom ve Simon ile eş zamanlı olarak bankaya intikal eden Lorraine; ustaca bir hamle ile Medina'nın parmak izlerini alırken, Goya tablolarını inceleme bahanesi ile de ana kasanın anahtarlarını, bir 3D yazıcı ile kopyalayacak ardında da sıra, Thom ile Simon'a gelecektir...
Ama birden bankanın kasa dairesindeki alarmlar ötmeye başlar...
Hem de henüz her üçü de, görevlerini tamamlayamamışlarken...
Uzatmayalım...
On parmağında on marifet bulunan Thom sayesinde, bu engeller de aşılarak herkesin yüzü güldürülmüştür...
Şayet önlerinde, İspanya - Hollanda arasında oynanacak 10 Temmuz'daki final maçı gününe kadar delinmesi teknik olarak neredeyse mümkün görünmeyen kasa dairesine giriş duvarı engeli olmasaydı...
Dakika 53...
Geride sizleri finalinde, bir devam filminin son derece net bir haberinin de verildiği; aksiyon dozu yüksek sürprizlerle dolu 65 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
Keyifli seyirler,