Mutlu son diye bir şey yoktur!
Yazar: Onur KırşavoğluÖdüller ve övgüler toplayan Westworld’le, bilim kurgu külliyatına, TV dünyası aracılığıyla önemli bir yapım kazandıran ve yazdığı senaryoyla merak edilenler listesinin üst sıralarında yer alan Lisa Joy, ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesiyle karşımıza çıktı. Başrollerinde yıldız oyuncular Hugh Jackman, Rebecca Ferguson, Thandiwe Newton ve Cliff Curtis’in olduğu filmin senaryosunu da elbette Lisa Joy yazdı. Birkaç türü, hikayesi ve atmosferi içinde harmanlayan, bunları yaparken distopik bir dünya kullanan Reminiscence, birçok özelliğiyle kara film anlatısına da göz kırpıyor. Türkçe adıyla “Zihin Gezgini”, sonuç hanesinde beğeni notu düşük olsa da, prodüksiyon tasarımı ve kurulan atmosferi için sinemada deneyimlenmesi gereken bir noktada duruyor diyelim ve filme geçelim.
Film, çok doğru bir önermeyle başlıyor ve insanların tamamen bağlı olduğu ve asla kurtulamadıkları olgunun nostalji olduğunu söylüyor. Öyle ya, hangimiz kaybettiğimiz bir kişiyle tekrar bir araya gelmek istemez, çok mutlu olduğumuz bir anıyı tekrar yaşamak istemez ya da eski güzel hisleri yeniden tatmak istemez? Elbette, hemen herkes bu duyguları tekrar yaşamak ister. Lisa Joy, bunu gayet iyi biliyor ve distopik bilim kurgu filmlerinin genel anlatısına nazaran gücünü daha ziyade gelecek yerine geçmişten alıyor. Filmin konusunda da bu yatıyor: İklim krizi nedeniyle sular altında kalmış ve suyla yaşamayı öğrenmiş bir Miami, yine aynı sebepten ve sıcaklık yüzünden gece yaşayıp, gündüz uyuyan bir dünya ve insanları istedikleri anılarına geri götürüp, onları tekrar yaşamalarını sağlayan Nick ve ortağı Watts. Daha sonra ortaya bir femme fatale olan Mae çıkıyor ve film, kara film türüne de burada yer vermeye başlıyor.
Filmin, kara film türü için, bilim kurguya göre malzemesi daha fazla. Bir femme fatale, bol erotizm, ortadan kaybolan eski sevgili, uyuşturucu işine bulaşan birileri, ön planda yer alan koca bir şehir ve gece yaşamı. Bütün bunlar bir araya geldiğinde, genelde 40’lı yıllardan bir film noir başyapıtı akıllara gelebilir. Joy’un bu tercihi, totalde vasatı aşamayan filmin övgü alacak ender özelliklerinden biri ve oldukça cesur bir tercih. Filmin ilk yarısında güzel de işliyor ama ikinci yarıda, tekrarlayan diyaloglar, basit senaryo manevraları, aforizma oluşturmak için zorla entegre edilen replikler ve gereksiz, üçüncü sınıf aksiyonda karşılaşabileceğimiz bazı sahneler filmin ve türün gücünü düşürüyor. Devreye, özellikle kötü adam ve olay örgüsü konusundaki klişeler de girince, filmin puanı iyice düşüyor ve “sıkılmadan izlenen, hoş bir seyirlik”ten öteye geçmesi zorlaşıyor. Kaldı ki, daha önceki yazılarımda da belirtiğim üzere, “sıkılmamak” 2021 yılında ve sinemanın geldiği yerde, artık tek başına geçerli bir sebep olmaktan çıktı.
Filmin artılarına gelecek olursak, Westworld’de gördüğümüz ve burada da başarılı olan bir dünya/atmosfer kurma işi Joy tarafından başarıyla kotarılmış. Sinema dünyasından Blade Runner dahil olmak üzere birkaç filme referans veren görsellik, oluşturulan şehir ve kullanılan renk filtreleri de oldukça başarılı. Bir sahnede görülen Huxley göndermesi de ziyadesiyle hoş. Zaten, olayın kopmaya başlamadan önce sağlam duran ilk yarısı da bu amaçlara hizmet eden kısmı. Hem oldukça iddialı olan, hem de minimal bir bilim kurgu izlenimi veren görsel tercihler, 90’lı yıllardaki bazı türdeş filmleri anımsatıyor ve aynı samimiyeti duymamızı sağlıyor. Yine, bu açıdan da filme artı puan verilebiliriz. Oyuncuların performansı ve hem Jackman – Ferguson, hem de Jackman – Newton arasındaki kimya oldukça iyi. Joy, bunu da başarılı bir şekilde kullanmış ve bir çiftin cinsel kimyasını, diğerinin arkadaşlık olma kimyasını ayarlı bir şekilde kullanmayı başarmış ama senaryonun çözümlenmesine giden yol ve suç organizasyonunun basitliği ne yazık ki bu yönlerin ortaya çıkışını biraz engellemiş.
Filme gidecek olanların, birçok filmde olduğu gibi beklentisi de oldukça önemli hale geliyor. Atmosfer ve merak unsurunu yeterli bulanlar salondan keyifle ayrılabilir. Türlerin dansı da bazı izleyicilere iyi gelecektir ama derinlik arayanlar ve bilim kurguların geldiği noktada, artık klişeleri görmek istemeyenler vasat bir filmle karşı karşıya kalacak. Belki de, kara film dozunu tadında bırakıp, mafya ve uyuşturucu olayına bulaşmadan, atmosfere ve kurulan dünyaya yönelen bir film olsaydı şu an bambaşka şeyler konuşabilirdik. Buradan, yine de şu sonuca gidebiliriz; Lisa Joy, denemeye devam ederse güzel işlerle, sinemada da karşımıza çıkacak. Belki, tamamen yönetmenliğe odaklandığı, senaryosu hazır bir proje yeteneklerini tamamen ortaya çıkarabilir. Zira, teknik olarak filmin olumlu yanları, büyük bir umut beslememizi sağladı. Hali hazırda elimizde Westworld referansı da olunca, umutsuzluğa kapılmak için çok erken. Reminiscence – Zihin Gezgini, her şeye rağmen, sinemada deneyimlenmesi gereken, en azından sular altındaki distopik Miami’yi görmek için salonlara uğramanın daha doğru olacağı bir film. Kim bilir? Belki de bu dünyanın üzerine gidecek bir devam ya da spin-off filmi gelir. Joy, ne olursa olsun şunu unutmamamızı da istiyor: Mutlu son diye bir şey yoktur!