Neon ışıklar altında intikamın tadı başkadır..
Yazar: Hande KaraNetflix’in 14 Temmuz’da Amerika, Kanada ve İskandinav ülkelerinde yayınladığı yeni filmi, bizde bu hafta vizyona giriyor. Gunpowder Milkshake, bizdeki vizyon adıyla Barut Kokteyli feminist bir John Wick denemesi. Tahmin edilemeyecek, orijinal bir senaryosu yok, şapkadan tavşan çıkarmıyor. Ancak yine de kendini izleten bir neon noir çıkartmayı başarmış yönetmen Navot Papushado. Oldukça ilgi çekici bir oyuncu kadrosuna sahip olan bu renkli aksiyon, aslında hiç şaşırtmayan bir şekilde; bir intikam hikayesi.
Sam 15 yıl önce, kirli işlerle uğraşan annesi tarafından terk edilir ve The Firm olarak bilinen oluşumun başındaki adam olarak bilinen Nathan tarafından büyütülerek, aynı pis işler için kullanılan ölümcül bir kiralık katil olur. Bir işinde yanlış adamı öldürüp şirketi karşısına aldığında, üzerine gelen bir başka işte de 8 yaşındaki bir kızın babasını öldürerek, kıza sahip çıkma arzusu ile başbaşa kaldığında yardım isteyebileceği tek bir kişi vardır; annesi Scarlet. Tabii bir de “Kütüphane” adı altında malzeme tedariki yapan yer var ki, orası da Sam’in annesinin üç arkadaşıyla büyüdüğü yer aslında. Sam önce öldürdüğü yanlış insanın babasının elinden, daha sonra da The Firm’den kurtulmalı. Tüm bunları yaparken de, yanında 8 yaşında ona muhtaç küçük bir kız olduğunu unutmamalı.
Boş bir şehir atmosferinde geçen kovalamacalarda, dış çekimlere (muhtemelen bütçe sebebiyle) çok sık rastlamıyoruz ve tüm olay; bir yol restaurantı, kütüphane, bir bowling salonu, özel bir klinik ve evlerde vuku buluyor. Yaratılan mekanların filmin dokusuna uymadığını söyleyemeyiz elbette, estetik dövüş sahnelerinin yine oldukça estetik mekanlarda gerçekleşiyor olması bizi gerçeklikten biraz koparsa da, filmin yapmak istediği de bu herhalde diyoruz. Zira sadece kadın savaşçıları ile olsa bile feminist bir anlatı yaratmaya çalışan film, aynı başarıyı duygusal ve mantıklı bir anlatı yaratmakta yakalayamıyor. Film ebeveynlik, bir aile kurmak ve o ailyei korumak üzerine bir şeyler söylemeye çalışsa da, tam olarak desteklediğini göremiyoruz. Bu sebepten de hikayenin duygusal tarafı biraz zayıf kalıyor.
Bir Doctor Who (Amy Ponds) ve bir Marvel kızı (Nebula) olarak izlediğimiz Karen Gillan’ı başrole yerleştiren Papushado, oldukça isabetli bir seçim yapmış aslında. Kadronun geri kalanında izlediğimiz anne Scarlet Lena Headey’i birçoğunuz Game of Thrones’un Cercei’si olarak hatırlasa da, Terminator: The Sarah Connor Chronicles’daki rolü de unutulmamalı ki, 40’larının sonlarında intikamcı bir anne rolü için oldukça başarılı. Kütüphanedeki teyzeler; Angela Bassett (Anna May), Michelle Yeoh (Florence) ve son olarak Tepedeki Ev’de izlediğimiz Carla Gugino (Madeleine), ellerine silahları alıp, eski günler hatrına savaşmaya başladıklarında işte bu diyorsunuz! Ama hepsi bu. Zira bu yetenekli oyuncuları yeterince izleyemiyoruz. Bu arada küçük oyuncu Chloe Coleman'ı da anmadan geçmeyelim, kendisi parlayan bir genç yetenek.
Bir aksiyon filminin başrollerindeki erkeklerin yerine kadınları koymak, ve estetik dövüşler sergiletmek artık bu tür için yeterli ve yeni bir hamle değil. Gunpowder Milkshake dinamik ve eğlenceli bir film ancak güçlü bir teması olmaması ve zayıf hikayesi onu harika bir aksiyon olmaktan alıkoyuyor. Kingsman, Atomic Blonde ve elbette John Wick’ten izler taşıyan film, aksiyon performanslarını sergileyen korkusuz kadınları izlemek isterseniz sizi tatmin eder, ancak türün kurallarını yıkan bir seyirlik bekliyorsanız, hayal kırıklığına da hazır olun. Bu arada filmin devamı 2023'de gelecek.