Hesabım
    Karanlık Sular
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Karanlık Sular

    At o teflonları at, at, at,!

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Yoksa siz hala annenizin çeyiz için aldığı teflon tavaları mı kullanıyorsunuz? Adaylıklar sezonunda pek bir iddiası olmadan, hem de Oscar Ödülleri haftasında ülkemizde vizyona giren Karanlık Sular (Dark Waters) filmi, es geçilmemesi gereken bir araştırmacı gazetecilik çalışmasının beyaz perde uyarlaması.

    Far from Heaven (2002), I'm Not There (2007), Carol (2015) gibi son yirmi yıla damgasını vurmuş ‘kült’ filmlerde imzası olan Todd Haynes’in Wonderstruck (2017)’tan sonra yeniden yönetmen koltuğuna geçtiği biyografik dram, The New York Times’ta 2016 yılında yayınlanan bir makaleyi temel alarak Mario Correa ve Matthew Michael Carnahan ikilisi tarafından senaryolaştırılmış. Filme kaynaklık eden metin, tüm bu sürecin ve dolayısıyla filmin de baş karakteri olan avukat Robert Bliott’un endüstri devi DuPont’a karşı açtığı savaşı ayrıntılarıyla anlatan, bir araştırmacı gazetecilik makalesi. (İlgilenenler için bağlantıyı yazının altında bulabilirsiniz).

    Konunun halen yabancısı iseniz, sosyal sorumluluk ile detayları biraz aktaralım: Kökeni Fransız olan ama Yeni Dünya Amerika’da büyüyüp, kapitalist üretimin ana çarklarından biri olan 200 yıllık DuPont şirketi, 2000’li yılların başında halk sağlığını ciddi ölçekte tehdit etmekle suçlanır. Sebebi ise Batı Virgina eyaletine bağlı Parkersburg kasabasında bir çiftçinin (Wilbur Tennant) hayvanlarının, çiftliğinin ve çiftliğin yanı başındaki nehrin (va de ailesinin) DuPont’un kimyasal tesisinden dolayı zehirlendiğini öne sürmesidir. Çiftçi Tennant uğraşlar sonucu avukat Rob Billot’a ulaşır, bir şekilde derdini paylaşır ve kucağına kendi topladığı delilleri sunar. Akabinde Billot’un başlattığı ve uzun yıllara yayılan araştırma süreci sadece bir çiftliğin derdi olmaktan çıkıp, neredeyse tüm insanlığı ilgilendirecek boyuttaki bir sağlık skandalının kapısını da aralar.

    Zira DuPont şirketi hayvanları öldüren, doğayı zehirleyen, aslında II. Dünya Savaşı’nda tankları ve asker kıyafetlerini güçlendirmek için kullanılan C8’i, diğer kod adıyla PFOA (perflurooctanoic) maddesini, her Amerikalı ailenin evinde olan tencere ve tavalara, gıdalarımıza nihayetinde sindirim sistemimize kadar sokmuştur. Siz onu, ticari marka adı olan “Teflon” diye  biliyorsunuz! Evet, son 10-15 yıldır ‘uzmanların’ bas bas bağırarak ‘Teflon kaplı tavaları kullanmayın!’ haykırışları boşuna değilmiş, komplo teorisinden çok öte, her birimizin potansiyel kanser hastası olmasının sebebi, yağda kızarmış et değil, kızartmada kullandığımız teflon tavalar olabilir!

    Bu kadar tarihçe bilgisi yeter, filme dönersek; yönetmen Todd Haynes, insan sağlığı açısından, tüm dünyayı ilgilendiren bu gerçek skandalı, başkarakterinin psikolojik gerginliği ile aktarmayı tercih eden bir anlatımla çıkıyor seyircinin karşısına. Baş karakter Rob Billot’a hayat veren Mark Ruffalo, filmin ilk yarısında kucağına düşen toplumsal bir davaya kendini vakfeden bir avukat portresi çizerken, temposu özellikle düşürülen ikinci yarıda bir dünya devine kafa tutma cesaretini gösteren ama bu süreçte yanında neredeyse kimse kalmayan, yalnız bir şövalyeyi, psikolojisi çökmek üzere olan bir Don Kişot’u oynuyor adeta. Haynes, araştırma ve dava sürecinin gidişatı ile baş karakterinin ruh halini paralel tutarak, anlatımın gerçekliğini hikayenin gerçekliği ile beraber kurguluyor. Dikkatini buraya ver seyirci, bunların hepsi yaşandı! 

    Satellite Ödülleri dışında bu performansı pek takdir edilmeyen Ruffalo, Oscar ve Bafta adayı olduğu Spotlight (2015) filmindeki araştırmacı ve inatçı gazeteci Mike Rezendes rolünü hatırlatır bir çizgide oynuyor; daha iyisi değil belki ama ‘cepten de yiyor’ gibi ucuz bir eleştiriyi hak etmiyor. Şahsen, aşk acısı çeken, yıkım devi bir Hulk’tansa, Ruffalo’yu bu tarz gerçekçi rollerde izlemeyi tercih ederim.

    Filmin diğer yıldız oyuncusu olan Anne Hathaway ise Bilott’un kendisi gibi avukat olan eşi Sarah Bilott’u canlandırıyor. Açıkçası karakterin yükseldiği birkaç sahne dışında Hathaway’in oyunculuğunun özellikle ilk bölümde oldukça silik kaldığının, oyuncunun bu karakterde tabir-i caizse çatır çatır harcandığını dile getirmek gerekiyor. Kaşesinde Oscar olan bir oyuncu rolün karşısında listelenince, insan doğal olarak daha derinlikli çizilmiş bir yan karakter ve de performansı bekliyor. Fakat Sarah Bilott’tan seyirciye geçen çocuk sahibi olduktan sonra ev hanımlığını/anneliği kariyerine tercih eden, yoğun çalışan eşine zor günlerde destek olan, ailenin ekonomik geleceğinden dolayı kaygı duyan ve tüm bu etkenlerle dolduktan sonra iki sivri çıkışla, ‘kadın da kendi çağında haklı’ omurgasına oturan bir performans. Bu karaktere Hathaway’in ekstradan kattığı hiçbir şey yok desek, yeridir.  

    Uzun lafın kısası, bu hafta sonu hem Karanlık Sular (Dark Waters) filmini seyredin, hem de mutfağınızdaki teflon kaplı kap-kaçağınızı acilen elden çıkartın. Birazcık kimyasaldan,’ insan vücudunun kaldırabileceği oranlardan sağlığınıza bir şey olmaz’ diyenlere inanmayın; sorun, sorgulayın; tıpkı Robert Bilott’un DuPont’un kendi ‘uzmanlarına’ yaptırdığı raporlara inanmayıp, sorgulaması gibi…

    Hepimiz için ibretlik bir hikaye olan Karanlık Sular, herhangi bir dalda aday olmamasına rağmen Oscarlar haftasında vizyonda…

    Filmin uyarlandığı New York Times makalesi: https://www.nytimes.com/2016/01/10/magazine/the-lawyer-who-became-duponts-worst-nightmare.html

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top