“Siccin 6”, senaryosunu da yazan Alper Mestçi’nin yönetmen koltuğunda oturduğu aynı isimli korku serisinin “son” değil “altıncı” filmi…
Neden mi, böyle söyledik?
Zira acaba, “Buffy the Vampire Slayer”ın (1997 – 2003) Buffy’si mi yoksa bizzat “Van Helsing” in (2004) kendisi yahut da “Ash vs Evil Dead”in (2015 – 2018) Ash’i gibi mi desek biçiminde:
Mestçi ve Muhteşem Tözüm ikilisinin de ellerinde, “cinlere” meydan okuyan “doğaüstü güçlere sahip” Orhan (Adnan Koç) isimli önemli bir karakter var artık…
Muhtemelen bir süre, bunun da ekmeğini yemek isteyeceklerdir…
Haklılar da…
Hele de düşük bütçelerle film çekmeyi öğrenmiş ve “Stranger Things” (2016 – 2020) dizisinin Eleven’ını canlandıran Millie Bobby Brown’a benzer bir gelişim çizgisi içinde olan Merve Ateş’i de sinema dünyasına kazandırmışken…
Yalnız şimdilik görünen en büyük problem, sanki sadece cami cemaati ve yakın çevresindeki muhafazakâr sinemaseverler, hedef izleyici kitlesi olarak belirlemişçesine filmlerde, dine aşırı derecede abanılıyor olması…
Bu durum daha ne kadar sürer bilinmez ama Turan Dursun ve Arif Tekin kitaplarının satışlarının tavan yaptığı bir ortamda kabak tadı vermeye başladığı da çok açık…
Eğer kültürel donanımı yüksek bir veya birkaç senarist ekleyebilirlerse teknik kadroya, bırakın “Siccin 7” ve “Siccin 8” gibi sinema filmlerini, seriye yurt dışına da açılmış bir Netflix dizisi olarak devam edilmesi de “işten bile değil” …
“Demedi”, demeyin…
Yazın bir kenara bunu…
Mestçi ve Tözüm ikilisine yönelik yapıcı eleştiri mesajları da içerdiğini düşündüğümüz bu girişin ardından, filmimize dönecek olursak…
Bir soğuk hava deposu işletmekte olan Yaşar (Fatih Murat Teke) babasını kaybetmiş ve ondan geriye kalan mal mülk nedeniyle de babasının ikinci karısı ile arası açılmıştır…
Çünkü Yaşar, mirasın cari hukuk hükümlerine göre bölüştürülmesini isterken, söz konusu kadın, her şeye tek başına konmayı kafasına koymuştur…
Hikâyenin bu kısmı, şimdilik aklınızın bir köşesinde bulunsun…
Sıradan bir taşralı olan aynı Yaşar oldukça mütevazı bir evde, karısı Türkan (Dilara Büyükbayraktar), baldızı Canan (Sibel Aytan), kayınpederi Burhan (Hüseyin Taş) ve kızları Efsun (Merve Ateş), Damla (Deniz Kiziroğlu), Yağmur (Cemre Kiziroğlu) ile birlikte mutlu ve mesut bir biçimde kavrulup gitmektedir…
Fakat adlarını sıraladığımız bu yedi kişiden, ruhu ve bedeni bir cin tarafından ele geçirilmiş olan aile üyelerinden birisi, aynen bir “Truva Atı” edasıyla, musallat olduğu çevresindeki herkesin huzurunu kaçıracaktır…
Öyle ki, bu altı filmlik serinin, ilk kez bu filminin başlarındaki bir “ani şok” sahnesinde, biz de gerçekten irkildik…
Tabii, anormal görüntülere muhatap olan bu “masum insanların”, yalnızca huzurları kaçsa da iyi…
Bir süre sonra, nasıl olduğunu bir türlü kavrayamayacağınız ölümler de başlayacaktır…
İşte tam da bu nokta da Orhan, “sağ kalmış olanlar” ile “ele geçirilmiş olan” kişiyi, cinin gazabından kurtarmak amacıyla devreye girecektir…
Ki, artık bundan sonrası da her zamanki gibi sizde…
Elbette bu esnada yaptırdığı “kara büyü” ile cini, bu “ailenin üzerine gönderenin kimliğini” de öğrenmiş olacaksınız…
Bu “cin çıkartma” işi, senaryoda yapılan oldukça zekice bir manevra ile (korkunun İngiltere’de yaşayan yerli markalarından Can Evrenol’a da ters köşe yapan Mestçi açısından) Orhan için “kutsal bir vazife” halini alacaktır…
Yani serinin yeni maceralarında bundan böyle, insanlara musallat olan cinler kaçacak, Orhan’da onları kovalayacaktır…
Sırf o yüzden de yukarıda, bunun devamı gelir dedik zaten…
Bitirmeden bu filmde, serinin ilk beş filmindeki iyi “oyunculuk performansı” ve şahane “görsel efektler” ile “plastik makyajların” yanına, mekân seçimlerindeki isabetlilik sayesinde yaratılan “boğucu atmosferin” de etkileyici olduğunu belirtmek isteriz…
Keyifli seyirler,