Hesabım
    Rahibenin Laneti
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Rahibenin Laneti

    “Bir Ucuz Valak Dehşeti”

    Yazar: Başak Bıçak

    Geçtiğimiz yıl, The Conjuring (2013) ile başlayan hikâyenin bir spin-off projesi olarak karşımıza çıkan The Nun, beklentilerin çok altında kalarak pek çok sinemaseveri sükût-u hayale uğratmıştı. Annabelle ile birlikte başarısız yan projelere dönüşen “Valak” dehşetinin bir yansıması, ucuz bir versiyonuyla karşımızda. Yönetmen Aaron Mirtes, aynı zamanda yapımcılığını üstlendiği Curse of Nun ile “bir film bütçesi nasıl yanlış kullanılır” sorusunun cevabını vererek ders niteliğinde bir işe imza atıyor.

    2012 yılından bu yana çektiği korku ve komedi türündeki kısa filmlerin üzerine bir televizyon serisi ile Clowntergeist (2017) isimli ilk uzun metrajını ekleyen Aaron Mirtes, hemen ardından gelen ikinci uzun metraj filmiyle yine korku sularında yüzüyor… Başlangıcında, tıpkı kısa bir süre önce gösterime giren Clown Motel’deki gibi bir B movie izlenimi veren ve düşük bütçeli, iyi niyetli bir çaba olarak görünen Curse of Nun’ı sonuna dek bu düşünceyle izledim ve kusurlarını, komedi sınırına yaklaşan ciddi senaryosunun zaaflarını ve teknik hatalarını görmezden gelmeyi denedim. Film bittiğinde, izlediğim bu amatör girişimin bütçesine bakma gafletine düştüm ki bu durum beni, filmin atmosferinden daha fazla dehşete düşürdü. Korku türünde, düşük bütçeyle neler yapılabildiğini hepimiz az çok biliyoruz; en popüler örnekleri arasında James Wan’ın, Insidious Bölüm 1 ve 2’si, hatta Sinister (2012) gibi beş milyonun altında bir bütçeyle gişede başarı elde etmiş yapımlar yer alırken, 5 milyon dolar bütçe ile Mirtes’in nasıl böyle bir film çekmeyi başardığını gerçekten merak ediyorum.

    Öncelikle filmin senaryosunun beklentilerimin üzerinde çıktığını ve seyircisini şaşırtarak ilgisini üzerinde tutmayı –en azından- başardığını söyleyebilirim. Ancak filmin bütününe baktığımızda o kadar bariz hatalarla karşılaşıyoruz ki bu zafiyeti bütçesizliğe yormak konusundaki iyi niyetimi daha fazla koruyamıyorum. Film, tek mekânda, bir ailenin yeni bir eve taşınması gibi en büyük korku klişesiyle başlıyor. Başkarakterimiz olan Anna (Lacy Hartselle) eski kocasıyla yaşadığı sorunlu ilişkiden sonra ikinci bir evlilik yapmış ve kızıyla birlikte yepyeni bir hayata başlama hayali kuruyor. Ancak tahmin ettiğiniz üzere bu hayaller, taşındıkları evdeki kötücül bir gücün Anna’nın hayatını cehenneme çevirmesiyle suya düşüyor ve film boyunca, Anna’nın kurtuluş mücadelesine tanıklık ediyoruz. Anna dışındaki karakter yapıları derinleştirilmese de -aslında hikâyenin buna çok da ihtiyacı olduğunu söyleyemeyiz zira dehşeti yaşayan asıl kişi Anna. Anna’nın geçmişinin, atmosfer yaratımına çatışma olarak eklemlenmesini ve salt senaryoda bir bilgi olarak geçmenin ötesinde kullanılmasını sevdim. Zaten yukarıda da belirttiğim gibi senaryo, lineer bir anlatıdan uzak durarak sürpriz denemelerine girişiyor ve bunda da başarılı oluyor ancak tek başına bu anlatı tarzının, korku severleri memnun etmeye yaramayacağını yönetmen de az çok öngörebilmeliydi... Çünkü filmin asıl ve en büyük problemi korku figürü olarak kullandığı Rahibe Catherine…

    Gündüz vakti, bolca gün ışığı eşliğinde izlediğimiz öyküde, Rahibe Catherine o kadar korkutucu olmaktan uzak bir yapı sergiliyor ki filmi daha karanlık bir ortamda çekseler en azından korku figürünü desteklerdi diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Tabii burada esas problem aydınlatma meselesi… Gün ışığında geçen sekanslardaki ışık (?) kullanımında görüntü yönetmeni olarak görev alan Chaz Olivier’nin varlığını sorgularken, bu yıl hiç sevemediğim ama gündüz vakti yarattığı korku atmosferiyle takdir ettiğim Ari Aster’i anmadan edemedim. Mirtes, filmini ucuza getirmek için pek çok şeyden feragat etmiş ancak filminin korku figürünün ürkütücülüğünü de yerle yeksan etmiş. Rahibe Catherine’in makyajı çok kötü değildi ancak efekt neredeyse hiç kullanılmadığı için her yönüyle normal bir insan izlenimi veren Rahibe korkutucu olmaktan fersah fersah uzaktı. Yönetmen bu açığı jump scare ile kapatmaya çalışsa da, Rahibenin bazı sekanslarda uçabiliyorken, bir başka sahnede eteklerini kaldırıp merdiven çıkması gibi komik hatalarını ört bas edemiyor. Bu noktada filmin bir parodi olduğu izlenimi elbette zihninizi meşgul etmeye başlıyor ancak ciddi hikâye anlatımı bu fikrin de önüne geçiyor.

    Curse of Nun için Anna’ya hayat veren Lacy Hartselle’in elinden geleni yaptığını ve KK rolündeki Brad Belemjian ile birlikte hiç de fena olmayan bir iş çıkardıklarını söylemek gerek. Ancak ne bu iki oyuncu, ne de sürprizli bir senaryo, korku figürü güçlü ve ürkütücü olmayan, atmosfer yaratma konusunda amatörlüğün sınırlarını zorlayan, basit mantık ve devamlılık hatalarıyla seyircisinin seyir zevkini bozan bir filmi kurtarmaya yetmiyor. Curse of Nun, her yönüyle amatör bir film. Keşke Aaron Mirtes, bütçe dağılımını profesyonellere bıraksaymış.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top