II. Dünya Savaşı esnasında, içindeki insanlarla birlikte yakılan 628 Belarus köyünün dehşet verici öyküsünden esinlenilerek kaleme alınan (Rusça orijinal başlığıyla: "Я из огненной деревни, Ya iz ognennoj derevni", 1977) "I Am from the Fiery Village"den (1978) uyarlanan senaryosunu da, söz konusu kitabın yazarlarından biri olan Ales Adamovich ile beraber yazan Elem Klimov'un yönetmen koltuğunda oturduğu “Idi i smotri / Come And See”; çarpıcı bir savaş draması olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, vizyona girdiği yıl (şu an yerinde yeller esen) Ankara'daki bir sinema salonunda, bir ODTÜ Siyaset Bilimi Bölümü öğrencisi olarak izlediğimiz ve şimdi de 2017 yılındaki Venedik Film Festivalinin, "En İyi Restore Edilmiş Film" kategorisindeki Ödülünü kazandığı 1080p formatındaki şahane bir Blu - ray kopyası üzerinden yorumlama fırsatını bulduğumuz; sinema tekniği açısından, bünyesinde herhangi bir eksikliği barındırmayan bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
- 1943, Belarus -
İki Belaruslu çocuk, yaşlı bir köylünün tüm uyarılarına karşın; toprağın altına gömülerek terk edilmiş silahlar ile diğer askeri mühhimatı çıkartmak amacıyla yeri kazmaktadırlar...
Hem de, alçak irtifadan sürekli devriye uçuşu yapan Nazi Focke-Wulf Fw 189'larının varlığına rağmen...
Zira birer silah temin ederek Nazi işgaline direnen Sovyet partizanlarına katılacaklardır...
Bu çocuklardan, babası da hali hazırda cephede olan Flyora "Florian" Gayshun'un (Aleksey Kravchenko) annesi (Tatyana Shestakova), gitmemesi için Sovyet yapımı bir SVT-40 tüfeği bulmuş olan oğluna, feryat figan yalvarırken; evin küçük ikiz kızları, kıkır kıkır gülerek oynamaktadırlar...
***
Ertesi sabah...
Eve gelen iki partizan (Evgeniy Kryzhanovskiy - Anatoly Slivnikov), Florian ile kümesten aldıkları bir hindiyi; köyün muhtarı (Kazimir Rabetsky) ve köylülerin şaşkın bakışları arasında, birliğin kampına götürürler...
Ardından da...
Aralarında üzerinde, "Düşmanın eline geçmendense, seni yemeyi tercih ederiz" yazan bir ineğin dahil edildiği partizan grubunun toplu fotoğrafı çekilir...
Elbette Florian'da, söz konusu bu hatıranın karesine dahil edilmiştir...
***
Çok geçmez...
Florian açısından, hayal kırıklığına yol açacak haber de gelmekte gecikmez...
Çünkü partizan birliği, düşmana doğru ilerlerken; komutan Kosach (Aleksandr Berda), Florian'ın kampta kalmasına karar vermiştir...
***
Üzüntüsünden ağlayarak ormana dalan Florian orada, ağlamakta olan genç kadın Glasha (Olga Mironova) ile karşılaşır...
Ki aynı Glasha, Florian'a; komutanın, acıması sebebiyle kendisini kampta bıraktığını söyleyecektir...
Onlar, aşk ve çocuk sahibi olayı da içeren daha pek çok konu dahil kendi aralarında sohbet ederlerken; kampı uçaklarla bombalayan Naziler, paraşütçü birliği indirmeye de başlamışlardır...
***
Derken...
Paçayı Naziler'den ucuz kurtaran Florian ile Glasha geceyi, Florian'ın ağaç dallarından yaptığı bir çadır da geçirirlerken; gün ağarırken de, Florian'ın annesi ile kardeşlerinin yaşadığı köye dönmeyi planlamaktadırlar...
Tabii gece yağan yağmurun, doğrudan toprağa inmek yerine ağaçların yapraklarında biriken sularıyla; ağaçları sallamak suretiyle sabah duşlarını aldıktan sonra...
***
Beraberce köye vardıklarında; ortama bir sessizlik hakim olduğu gibi Florian'ın annesi ile kardeşlerinin terk ettiği evi, sinekler istila etmiştir...
Kurşuna dizilerek öldürülmüş köylülerin cesetlerini fark edemeyen Florian, "Nerede olduklarını biliyorum" diyerek bataklığın ucundaki adaya doğru koşturmaya başlar...
Halbuki Glasha görmüş ancak Florian'ı, annesi ile kardeşlerinin de öldürüldüğüne ikna edememiştir...
***
Üstelik...
Filmin en başında Florian ile arkadaşını, "Kazmayın" şeklinde uyaran yaşlı köylü de; Nazilerce, üzerine benzin dökülmek suretiyle baştan aşağıya tutuşturulmuştur...
Yerde yatmakta olan o adamın halini gören Florian, daha da berbat olur...
***
Neyse...
Florian, hayatta kalmayı becerebilen köylülerden Rubezh (Vladas Bagdonas) ve diğer iki erkekle:
Kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan aç insanları doyurabilmek gayesiyle avlanmaya çıktıklarında; Naziler uçaklardan, "Bolşevik Yahudilerini öldürün. Çirkin suratlarında bir tuğla kırın" yazan Rusça bildiriler atılmaktadır...
Yani "koyun can, kasap et derdinde" denildiği bir biçimde herkesin derdi bambaşkadır...
Bu arada vurulacak hedefleri tespit ederek merkez karargaha bildiren, Focke-Wulf Fw 189'ların devriye uçuşlarını sürdürdüğünü de belirtmiş olalım...
Dakika 72...
Geride sizleri, savaş vahşetinin hız kesmeden devam edeceği 70 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
Fakat bitirmeden, filmin finalinde "faşizmi", "kapitalizmin tıkanmışlık açmazına" çare olarak sopalı, silahlı ve baskıcı bir aparat olmak yerine; kişiselleştirerek, Adolf Hitler'e bağlaması görüşüne katılmadığımızı da belirtmiş olalım...
Çünkü...
Eğer Adolf Hitler olmasaydı, "Bunların hiç biri yaşanmayacaktı" demek son derece yanıltıcı bir fikirdir ve dünya tarihi, bunun tersinin sürekli olarak kanıtlandığı örneklerle doludur...
Ki gerçekleştirilen katliamlarda, büyük bir katkısı da bulunan bir Nazi "(Obersturmführer) Teğmeni" nin (Jüri Lumiste); "komünistlere" yönelik olarak cesaretle dillendirdiği itiraflarından da, bunu anlıyoruz zaten...
Keyifli seyirler,