Astral filmi ve ötesi
Yazar: Başak BıçakÜç kısa film ve bir televizyon dizisi projesinden sonra ilk uzun metrajına soyunan Chris Mul, şansını korku türünün bilim kurgu ayağında deniyor. Astral seyahat fikrinden yola çıkan ve hikâyesini bu bilimsel temel üzerinde inşa eden yönetmen, filmin bütününde derli toplu bir anlatım ortaya koysa da final tercihiyle ortalamanın altında kalıyor.
Astral filmiyle ilgili fikirlerime geçmeden önce, yılın son haftası olması sebebiyle biraz 2019’un korku türündeki seyrine de birkaç film üzerinden kısaca değinmek istiyorum. Her sene Aralık ayında hazırladığımız listeler, bizlere o yıl boyunca izlediğimiz filmlerin genel yapısı hakkında da fikir veriyor ve böylelikle farklı türlerde, gidişatı gözlemleme fırsatı doğuyor. Bu yıl listelerimi hazırlarken, vizyona giren korku türündeki filmler arasından izlediğim birkaç eli yüzü düzgün iş dışında, beklentilerimi tümüyle karşılayan bir eser çıkmadığını fark ettim ve seyrettiklerimin de daha çok festivaller ya da online platformlar aracılığıyla seyircilerine ulaşan yapımlar olduğunu gördüm. Bu cümleden sonra, Us ve Midsommar hayranlarının “Nasıl olur öyle şey?” dediklerini duyar gibiyim ama maalesef en başından beri üzülerek söylüyorum ki Us ve Midsommar’ın yönetmenleri sebebiyle gelen popülariteleri, hak ettiklerinden fazla değer görmelerine sebep oluyor ve ben ödül dağıtanların, bu samimiyetsiz pozitif ayrımcılığından pek hazzetmiyorum. Jordan Peele ve Ari Aster gibi yine aynı dönemlerde ikinci filmini çeken Robert Eggers, kanımca The Lighthouse ile her iki filmden de güçlü bir eser ortaya koydu ama üzücü olan, The Lighthouse’un Türkiye’de vizyona dahi girmeyecek olması ve sadece festival gösterimleriyle sınırlı kalması…
Doğal olarak, ben bunları söylediğimde ekseriyetle, “Get Out ve Hereditary kötü müydü?” sorularıyla karşılaşıyorum fakat bilakis, her ikisinin de başarılı ilk denemeler olduğu cevabını veriyorum. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var ki o da, Get Out ve Hereditary’nin, ilk uzun metrajlarını çekmiş iki yönetmeni bir anda beklemedikleri ve tahmin etmedikleri bir popülariteye ulaştırarak, ikinci filmlerinde de aynı “büyük yönetmen” yaklaşımıyla değerlendirilmeleri hatasına yol açması... Bana göre bir korku filminin en büyük kozu inandırıcılıktır -hatta fikirden de önemlidir; mühim olan klişe bir öykü değil, klişe bir öykü anlatımı ortaya koymamaktır- fakat seyirci, bir filmi izlerken kritik bir sekansta gülüyorsa o korku anlatısının inandırıcılık düzeyini sorgulamak gerekir. Us’ın kendisini çok ciddiye alan tavrı ve büyük sözler söyleme yönündeki aşırı çabası filmin hissiyatını zedelerken, Midsommar’ın en başta kurduğu atmosferi abartılı ve gülünç duruma düşen performanslar yüzünden kaybedip inandırıcılığını yok etmesi bana göre hataydı ve filmleri bütünüyle başarılı bulmam önünde en büyük engeldi. Başka bir deyişle Midsommar ile Us, hem bu yılki korku türünün Türkiye vizyonunda neler yaşandığına, hem overrated filmler kuşağına, hem de birazdan Astral’de bahsedeceğim gibi kâğıt üzerinde enteresan görünen her fikrin her zaman çok iyi bir filmle sonuçlanmayacağına iyi birer örnek oldular…
Şimdi gelelim yeniden Astral filmine… Astral seyahat, sinemada yeni işlenmiş ya da korku türüne malzeme olmamış bir hikâye değil. Kültleşmiş pek çok örneği var ve bilhassa korku türünün bilim kurguya hizmet eden kısmında türün sevenlerini memnun edecek fikirlere yol açabiliyor. Astral filmi de, kendisini giriş cümlesiyle bilimsellik temeline dayandırarak inandırıcılık, dolayısıyla da korku hissiyatını desteklemeye çalışıyor ve giriş sekansıyla, bunda başarılı oluyor. Claire isimli genç bir kadının yaşadıkları ile öyküsünün açılışını gerçekleştiren Astral, yıllar sonrasına geçiş yapıyor ve bizi Alex ile tanıştırıyor. Alex, Claire’in oğlu ve okulda astral seyahat hakkında aldığı dersten sonra yıllar önce kaybettiği annesiyle iletişime geçmeye karar veriyor.
Hikâye buraya kadar güzel. Yönetmenin bundan sonra yapması gereken, senaryosunu birlikte yazdığı Michael Mul ile öyküyü dallanıp budaklandırmak, mümkünse katmanlandırmak. Fakat Astral’in sorunu tam da orada başlıyor zira hikâye, bilimsel temelli bir düşünceden yola çıkıp bambaşka bir noktada bırakıldığı gibi, fikir mantıklı bir çerçevede genişletilemiyor ve farklı korku filmlerinden alınmış parçalarla oluşturulmuş bir film hissiyatı vermeye başlıyor.
Alex’in, astral seyahat denemelerine giriştiği kısımlarda film, adeta bir Paranormal Activity ve hatta Lights Out havasına bürünüyor ve doğru düzgün bir korku atmosferi yaratılamadan, adeta “korkutucu bir şey varmış” gibi davranılıyor. Astral seyahat sonucu ortaya çıkan sözde korku figürü ise filmin temelini bütünüyle yerle bir ediyor ve bilim kurgu ayağını çöpe atıp, hâlihazırda sürekli işlenen bir korku temasıyla yoluna devam etmesine sebep oluyor.
Filmin başında astral seyahati bilimsel düzeyde inceleyen ve hikâyesini bu düşünce üzerinde inşa edeceği izlenimi veren Astral’in, yolun yarısında yön değiştirmesi belki de fantastik bir boyut kazandırıldığında değerlenecek bir öyküyü sıkıcı, tatsız ve aceleye getirilmiş bir final ile taçlandırmasıyla sonuçlanıyor ve en önemlisi, o ana dek hikâyeye destek veren tüm karakterleri işlevsiz bırakıyor. Alex’in iki arkadaşı, hocası ve hocasıyla aralarında bir ilişki olduğunu fark ettiğimiz kız öğrencisinin varlığı ve hikâyeye hizmetleri sonuçsuz kalıyor; senaryo başlangıçta kurduğu süslü cümleler ve karakter misyonları hakkında hiçbir soruya cevap veremiyor.
Açıkçası kendi adıma, annesiyle iletişime geçme hayaliyle yola çıkan ve astral seyahati deneyimleyen bir gencin, bambaşka bir yola sürüklenmesini ve arkadaşlarıyla birlikte fantastik bir maceraya yelken açmasını daha heyecan verici bulabilirdim. Fakat Astral’de, bu şansın değerlendirilemediğini ve annenin durumuna zorlama bir cevap bulma isteği yüzünden bu fırsatın kaçırıldığını düşünüyorum. Zaten Astral, üzerine uzun uzadıya konuşulacak ve derinlemesine incelemeler yapmaya olanak tanıyacak bir film değil. Ne simgesel bir anlatımı, ne de estetik duygusu var. Evet, meramını düzgün bir şekilde anlatıyor ama bunun seyircisini tatmin etmeye yetmeyeceği aşikâr.
Oyuncu performansları için çok kayda değer bir şey söyleyemesem de, Alex’e hayat veren Frank Dillane’in filmi kurtarmaya yetecek düzeyde olduğunu ifade edebilirim. Farklı boyutlara geçme ve boyutlar arası serüvenler konusunda akıl almaz, çığır açan filmler/diziler izlediğimiz bir süreçte, Astral’in basit bir fikirle korku atmosferi yaratabilmesi zordu ama imkânsız değildi. En azından denenmiş deyip, kararı size bırakıyorum.