Senaryosunu da yazan Neasa Hardiman’ın yönetmen koltuğunda oturduğu “Sea Fever”, tam da Covid – 19 virüsünün neden olduğu salgın ve karantina günlerinde:
Açgözlü bir balıkçı teknesi kaptanının para kazanma hırsına yenik düşüp, “yasaklanmış sulara” girerek avlanmaya çalışması sonucunda, bölgedeki gizemli bir deniz canlısının yaydığı parazit ile enfekte olan ve hayatları tehlikeye giren teknedeki kendisi dâhil yedi insanın yaşadıkları ölüm kalım mücadelesinin anlatıldığı bilim – kurgu tarzında bir felaket draması…
Yani aslında, filmin hikâyesini, o “meşum” teknenin kaptanı Gerard’ın (Dougray Scott) dünyayı algılayış biçimi ile değerlendirdiğimizde, karşımızda tam da bir “ava giderken avlanma” durumun bulunduğunu görüyoruz…
Gerçi bu, ava gidenleri avlayan “avcıyı”:
“Kabuğunu koparmadan
ne bir elmayı soyabildim
ne de iyileştirebildim bir yaramı
ama karşıma çıkınca
kızmadım hiç elma kurduna
bendim çünkü bıçağı saplayan
onun yurduna”
Diye devam eden, Sunay Akın’ın “Beceriksiz” şiirinden alıntıladığımız bu dizelerdeki “elma kurdu”na benzeterek tanımlamak da pekâlâ mümkün…
Zira oralar, Sahil Koruma tarafından sırf laf olsun diye “yasaklı avlanma bölgesi” olarak ilan edilmemişti…
Ama işte söz konusu şey eğer “para” ise, her zaman olduğu gibi ne “çevre” ne de “yasak” tanıyor gözü dönmüş insanoğlu…
Ancak, artık hangi olasılığı kabul ederseniz edin, teknedeki diğer altı kişi, olan biteni iş işten geçtikten sonra anlıyorlar…
Aynen “totem yapma” veya “dua etmenin” bu sorunu çözmede de bir işe yaramadığını öğrenmiş olmaları gibi…
Tabii böylelikle bu arada, genç bilim insanı Siobhán’ın (Hermione Corfield) “uğursuzluk” getireceği iddia edilen kızıl saçlarına dair mesnetsiz rivayet de bir anlamda tamamen “çöp” oluyor…
Ki, şu ana kadar bu sıraladıklarımızın tamamı, Hardiman’ın anlayana verdiği son derece net dünyevi mesajlardı zaten…
Tamam, yurtdışındaki pek çok profesyonel yorumda belirtildiği gibi filmde, “Jaws” (1975), Alien (1979), “The Thing” (1982) ve “Annihilation”dan (2018) esinlenmeler fazlasıyla mevcut…
Eğer sinema ile yakından ilgiliyseniz, yapılan bu kritikleri okumadan da söz konusu benzerlikleri hemen fark ediyorsunuz da…
Fakat bu kesinlikle, dünya prömiyeri, 5 Eylül 2019’da Toronto Uluslararası Film Festivalinde (TIFF) yapılan ve 10 Nisan 2020 tarihinde VOD (video on demand) olarak Amerika’da internet üzerinden vizyona sokulan filmi, izleyenler açısından değersiz bir taklit (yahut en azından anlamsız bir kopya) haline de getirmiyor…
Oldukça düşük bir bütçe ile “masmavi” açık deniz ve “billur” gibi deniz altı sahnelerinin yanı sıra, kapalı tek mekân olarak kullanılan eski, paslı ve kontrast “koyu karanlık” renkler de içeren bir teknede çekilen filmde, başta prodüksiyon tasarımcısı Ray Ball ve görüntü yönetmeni Ruairí O'Brien ile Alex Hansson yönetimindeki görsel efekt ekibi olmak üzere, teknik kadronun oldukça temiz bir iş çıkarttıklarını görüyoruz…
Aynı şeyi, sinirlerin iyice gerildiği kaotik bir atmosferde, birbirleriyle çatışmaya başlayan yedi karakteri canlandıran, Connie Nielsen, Hermione Corfield, Dougray Scott, Olwen Fouéré, Jack Hickey, Ardalan Esmaili ve Elie Bouakaze için söylemek de pekâlâ mümkün…
Keyifli seyirler,