“The Sonata”, senaryosunu da Arthur Morin ile birlikte yazan Andrew Desmond’un yönetmen koltuğunda oturduğu ilk uzun metrajlı sinema filmi…
10 Ocak 2020 tarihinde Amerika’da vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde, bizzat Hollanda kamuoyunca, “Yüzyılın En İyi Hollandalı Aktörü” olarak tanımlanan Rutger Hauer’in (23 Ocak 1944 – 19 Temmuz 2019) küçük ama anahtar rollerden birinde oynadığı bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun içinde, oldukça düşük bir bütçeyle çekildiği her halinden belli olan filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, sırf Alexis Maingaud’ın, aslında 90 dakika boyunca anlatılan hikâyenin ana fikri de olan, “şeytanı saklandığı delikten çıkartan” muhteşem müzikleri için dahi, aşağıda sıralayacağımız “iki uyarımızı” da dikkate almanız kaydı ile izlenilmeyi fazlasıyla hak eden bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
• Öncelikle klasik müziğe ilgi duyuyor (yahut en azından aşina) olmanız gerekiyor…
Yoksa emin olun (şahaneliği nedeniyle) birkaç kez izlediğimiz (ana temanın bulunduğu) solo yapılan o sahnedeki inanılmaz keman tınıları, kulaklarınızı tırmalayacaktır…
Bu bir olsun…
• Eğer korku deyince aklınıza eli bıçaklı bir manyağın gençleri yakaladığı yerde öldürdüğü bol kanlı “slasherlar” veya da “gore & disturbing” tarzı işler geliyorsa bu film sizi kesinlikle açmayacaktır…
Bu da iki…
Zira kimi zaman, özellikle de Letonya’daki 19. Yüzyılda Alman ve Tudor stili İngiliz mimarileri kopyalanarak yapılmış olan Cesvaine Palas’ta çekilen iç mekân sahnelerinde, yaratılan yarı karanlık gotik atmosferinde etkisiyle gerilimin tavan yaptığı film, korkunun “paranormal” alt kategorisine uygun bir biçimde kurgulandığı gibi izleyiciye tek damla kan da gösterilmiyor…
Ancak işin en güzel tarafı, bal gibi de ortada birtakım garipliklerin döndüğünü fark etmenize rağmen filmin son saniyesine kadar besteci Richard Marlowe’un (Rutger Hauer) notalarının arasına sıkıştırdığı bulmacayı bir türlü çözemiyorsunuz…
Ta ki, “Rosemary's Baby” (1968) filmindekine benzer “şok” bir final ile bitene kadar…
Elbette, genç yetenek Freya Tingley (Rose) ile emektar aktör Simon Abkarian’ın (Charles) eksenlerinde dönen yeterli seviyedeki oyunculuk performansı ve tadında bırakılan görsel efektler ile de süslenmiş olan filmde anlatılanlar bizim burada yazıp çizdiklerimizle sınırlı değil…
Hayaletlerden, kapı arkalarındaki gölgelere kadar sizi ürkütmek için bekleyen daha pek çok şey daha var filmde…
Fakat biz onları keşfetme işini, yorumumuz sonrasında meraka kapılarak filmi izlemeye karar verenlere bırakalım istedik…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden”, farklı bir bakış açısı ile yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; “A Serial Killer's Guide to Life” (2019) filmi için yazdıklarımızın bir kısmını tekrarlamış olmak pahasına, “gelecek vadeden” sinemacıların “ilk uzun metrajlı filmlerini” arşivleme hobisine sahip olan sinemasever dostlara (bizim böyle birkaç sinefil abla ve ağabeyimiz olduğu için bu tarz bir tanımlamayı özellikle uygun bulduk), “Bu filmi arşivlerinize, bugüne kadar adını pek duymadığımız Andrew Desmond’u da takip listelerinize eklemeyi unutmayın” diye seslenerek kullanmak isteriz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…