“Relic”, senaryosunu da Christian White ile birlikte yazan Natalie Erika James’in yönetmen koltuğunda oturduğu (debut) ilk uzun metrajlı sinema filmi…
Sinema eleştirmeni Dilara Elbir, 25 Ocak 2020’deki “Sundance Film Festivali” prömiyeri sırasında “The Playlist” için kaleme aldığı ve 2 Şubat 2020 tarihinde de yayımlayarak paylaştığı makalesinde filmi, oldukça da isabetli bir bakış açısıyla, “Zihinsel Çürüme ve Kuşaklararası Travmaya Korkunç Bir Bakış” olarak tanımlamış…
Korkunun, “paranormal” alt kategorisindeki “haunted house / hayaletli ev“ konsepti esas alınarak işlenen konuya, bir başka çerçeveden yaklaşmak film hakkında yanıltıcı sonuçlara varmamıza yol açacaktır…
Zaten büyükanne, anne ve torundan oluşan üç kuşağın aynı yatakta peş peşe birbirlerine sarılarak bir araya geldikleri o muhteşem "final sahnesi" aracılığı ile James, bu hususa dair akıllardaki bütün soruları da sonlandırmış…
Böyle olunca da artık hiçbir şüphemiz kalmıyor ki, “akıl hastalığı” bu ailede “kalıtsal (relic)” bir problemdir…
Sanıyoruz, şu ana kadar yazdıklarımızla, filmde “gerçekte” neyin anlatılmaya çalışıldığını ortaya koymuş olduk…
Muhtemelen, yorumumuzu okuduktan sonra izleyecek olanlar filmi, şu ana kadar izleyenlerinkinden çok daha farklı bir gözle değerlendireceklerdir de…
Ki, yorumlarımız da yıllardır yapmaya çalıştığımız da hep bu oldu…
Yani, "bakmak" ile “görmek” arasındaki önemli bulduğumuz o ince farkı, yorumlarımızı yakından takip eden sinemasever dostlarımıza hissettirmek…
“Şimdi gelin isterseniz, oldukça düşük bir bütçeye sahip olduğu ve öyle de çekildiği her halinden belli olan 89 dakikalık filmin hikâyesine hiç değinmeden, diğer ayrıntılara bakalım” diyelim ve önceliği de oyuncu kadrosuna verelim…
Oyuncu kadrosu denilince de kapalı tek mekân da çekilen filmin sahnedeki bütün yükünü, Robyn Nevin (Büyükanne – Edna), Emily Mortimer (Anne – Kay) ve Bella Heathcote’dan (Torun – Sam) oluşan üçlü sırtlanmışlar…
Ama bu işi, tek kelime ile “şahane” de yapmışlar…
Elbette, tek mekân diyerek de o tek mekân da yaratılan, prodüksiyon tasarımı ile set dekorasyonunu da küçümsememek lazım…
Zira o işler de “harika” olmuş…
Aynen görsel efekt ve makyajlar gibi…
Hele o elektrikler gittikten sonra evin içinde yaratılan “klostrofobik atmosfer” ile sağdan soldan gelen sesler, karanlık ve evin ürkütücü mimarisiyle de birleştirilmesi sonrasında yaşanılan “sanrılar” da son derece etkileyici bir biçimde sunulmuş…
Ki, torun Sam’i de yoklamaya başlayan bu sanrılar, yalnızca büyükanne Edna için değil anne Kay için de uzunca bir süredir, olağan bir hal almış durumdadır…
Bitirmeden ekleyeceğimiz son husus, Ari Aster’in benzer kalite ve nitelikteki “Hereditary” (2018) sinin yorumunda kullandığımız bir ifadeyi, bu filme uyarlayarak aşağıya alıntılayacağız:
O da şöyle ki; “Relic”i, basit bir “korku filmi” olarak değil de “kâbusa dönüşen bir trajedi” olarak kabul edip öyle de izlemek lazım…
Yoksa nafile bir çaba olarak, “korku da korku” diye tutturmanın hiçbir anlamı yoktur…
Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sinema sanatına yaraşır; “emek ve bilgi verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “muhakkak bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Filmin bir sahnesinde, hep birlikte diş fırçalayan üç kadından, bu işi usulüne uygun olarak yapan tek kişi büyükanne Edna'dır...
Lütfen diş hekiminize da danışarak, kendinize ve oldukça ciddi sonuçları da olan "diş bakımınıza" gereken özeni gösterin...