Peki, kardeş kardeşe bunu yapar mı?
Yazar: Duygu KocabaylıoğluNot: Yazı filme dair mecburi sürpriz bozanlar içerebilir. J.A. Bayona'nın yönetmen koltuğuna oturduğu Kar Kardeşliği (La sociedad de la nieve) filmi, 1972 yılında Uruguay'da yaşanan, maalesef gerçek bir uçak kazasını merkezine alan bir “Survival Thriller” olarak kategorilendirilebilir. Venedik’te dünya prömiyerini yaptıktan sonra çeşitli festivalleri gezen ve ülkemizde de 2023 Filmekimi kapsamında seyircisi ile buluşan yapım, sınırlı vizyonunun ardından Ocak ayının ilk haftasından itibaren Netflix ekranlarına geldi. İspanya sinemasının bu yılki Oscar temsilcisi olan yapım, Uruguaylı gazeteci ve yazar Pablo Vierci'nin 2009’da yayınlanan aynı adlı kitabından senaryolaştırılarak uyarlanmış ve 145 dakikalık süresiyle uzun gerilimler de vaad eden bir film.
Daha önce felaket janrının öğelerini bir aile dramı ile birleştirerek kullandığı “The Impossible” ile uluslararası seyirci kitlesine hitap etmeyi başaran Bayona, Kar Kardeşliği’nde daha da sert tonlu bir hayatta kalma/survival mücadelesi ile seyirciyi karşılıyor.
Uruguaylı “Old Christians” isimli ragbi takımı ve onların yakınları 13 Ekim 1927 tarihinde Şili’nin Santiago kentine gitmek üzere kiraladıkları bir uçakla, keyifli bir seyahate çıkarlar. Ya da en baştaki planları en azından bu yöndedir. Fakat felaket odur ki uçsuz bucaksız gibi görünen And Dağları’nı aşmaya çalışırken elim bir kaza geçirerek, içindeki 45 yolcu ile bu uçak düşer ve parçalanır. Ancak uçağın burun tarafındaki 29 kişi şans eseri sağ kurtulmayı başarır. İlk birkaç gün kendilerini kurtaracak ekip, uçak ya da helikopter beklerken hayatta kalmanın ilk basamaklarını ciddi bir disiplin ile yerine getiren ragbi oyuncuları, günler geçtikçe ve sınırlı sayıdaki gıdaları tamamen bitip açlık ile sınanmaya başlayınca, hayatta kalmanın/kurtuluşun ne kadar mucizevi olduğunu da kendi içlerinde sorgulamaya başlarlar. Büyük kısmı 30 yaşının altında olan bu gençlerin pek çoğu da aslında iyi birer Hristiyan olarak yetiştirilmişlerdir. Peki ya sırf besinsizlikten ve açlıktan ötürü hayatta kalıp kalmama ihtimaliniz, dindarlığınız ile etik değerleriniz ile test edilmeye başlarsa, ilk atalarımızın güdülerine dönmek işten bile değildir belki? Buyrun, ilk taşı en masum olanınız atsın.
Senaryosunda J.A. Bayona'nın yanı sıra Bernat Vilaplana ve Jaime Marques’in de imzası olan film, bu 20’den fazla kişinin yaşama tutunma sürecini ele alırken, alıştığımız kimi kalıpların dışında hareket ediyor. Öncelikle hayatta kalanlar sürece çok hızlı adapte olup, organize oluyorlar gibi; bu da yukarıda bahsi geçtiği gibi birtakım oyunu disiplini ve gençlerin hemen hemen hepsinin aynı zamanda yetkin birer üniversite öğrencisi olmaları ile açıklanabilir pekala. Zaten başlarında da doğal bir liderleri var, ilk etapta birbirlerine düşmek yerine kolayca kenetlenebiliyorlar. Ayrıca diğer “felaket sonrası hayatta kalan topluluk” şablonlarından aşinası olduğumuz üzere psikolojik açıdan hızlı kırılmalar da pek yok; ragbi gençleri bu anlamda selefi film karakterlerine göre daha dirayetli çıkıyorlar. Yani, Kar Kardeşliği’nde seri biçimde kafayı çizen bir mahallenin delisi öğesi pek yok. Bu anlamda, kurtulanı çok olduğu bir kaza sonrası bireysel psikolojik gerilimlerin altı biraz daha çizelebilirmiş. Üstelik gün geçtikçe kurtarılma ihtimalleri gitgide azalırken.
Öte yandan, yaklaşık 2 buçuk saatlik filmin tastamam ortasına konumlandırılan “kanibalizm” konsepti belki de tüm diğer temaları yerle bir etmeye de değer. Üstelik filmin özellikle kaza sahnesinde çarpıcı biçimde kullanılan görsel efektler, bu tema çerçevesinde gündelik seyirciyi rahatsız ediciliğin en uç sınırlarına kadar sürükleyebilir. Filmin düştüğü handikaplardan biri de maalesef bu. Senaryo ilk yarısına kadar heyecanı ve tempoyu bir şekilde diri tutmayı başarsa da, bir noktadan sonra akış “E sırada şimdi kim var?” sorusunun cevabını vermek üzere tasarlanmış gibi.
Teknik anlamda bir dönem filmi olarak sanat yönetimi kusursuza yakın tasarlanmış olan film, görüntü yönetiminde de kendisini And Dağları’nın uçsuz bucaksız beyazlığında gösteriyor. O yarısı yitik uçak gövdesinin içerisinde yaşanan acı ve umutsuzluk duyguları, karın bembeyaz temizliği ve huzuru ile keskin bir tezat oluşturuyor. Bu noktada yönetmenin sıklıkla kullandığı korku ve fiziksel acı dolu yakın plan çekimler, dağların acımasız soğuğu ile harmanlanıyor. Ve biz de seyirciler olarak ürküyor, geriliyor, karakterlerle derin özdeşlikler kurup, kendimizi onların yerine koyabiliyoruz. Aynı durumda ben olsam ne yapardım?
Yönetmen J.A. Bayona’nın tersine bir görsel şölen kurguladığı Kar Kardeşliği, birtakım filmi olsa da, ön plana çıkan Matías Recalt, Agustín Pardella gibi birkaç oyuncusu ve tabii ki anlatıcı karakteri sırtlayan Fernando Parrado rolünde Enzo Vogrincic’in varlığı ile de ister istemez karakter takibi yaptığımız bir akışa bürünüyor. Bu noktada eklemeden geçmeyelim, gerçek hayatta var olan karakterlerin her birinin bir de takımdaki takma isimlerinin film boyunca telaffuz edilmesi, zaten seyircinin yükselmiş duygularını iyice darbeliyor.
Uzun lafın kısası, sağlam bir psikoloji ve biraz da dayanıklı sinirlerle seyretmeniz gereken, zor bir film Kar Kardeşliği. Klasik survival’lardan ayrışan, tekniği başarılı ama bazı yönleri biraz aceleye getirilmiş duygusu yaşatan, bazı duygularının altı boş bırakılmış hissiyatı yaratan bir yanı da var. Son söz ve takdir elbette seyircinin…