Hesabım
    Radiogram
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Radiogram

    Komünist komşudan, müziğin dokunduğu hikayeler…

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    2008’de yüksek lisans bitirme tezim için konu seçmeye çalışır ve bocalarken kafamı kurcalayan sorulardan biri de komünist dönem Doğu Avrupa sineması olmuştu. Nihayetinde Polonya Ahlaki Kaygı Sineması’nı ele aldığım 1,5 yıllık bir tez çalışmasının sonunda mezun oldum olmasına, ama sadece Polonya değil Asya’nın batısından Doğu Almanya’ya dek komünist rejimin kültürel hayat üzerindeki etkisini okumadığım kaynak hemen hemen kalmamış gibiydi. Ve kafamda geçmişi çok derinlere giden, aslında çok da basit bir soru vardı: Komünizm, uğruna hapislerde çürüyen Nazım Hikmet’in anlattığı ve savunduğu kadar ideal bir rejim ise neden 45 yılda, hem de insanların balyozla saldırdığı bir duvarın yıkılmasıyla tarumar oldu? Zaten meraklısı olduğum mevzuya bir de tez yazınca, bir filmde ister istemez anahtar kelime ‘komünist dönem’ ise algılarım bir başka çalışıyor…

    37. İstanbul Film Festivali’nde meraklısıyla buluşan Bulgaristan yapımı Radiogram filmi, komünist rejimin egemenliğini sürdürdüğü Bulgaristan coğrafyasında geçiyor. Öncelikle şunu belirtelim, Sovyet Rusya’nın demir perde gerisinde bir ülkeye baskıcı etkisi coğrafi koşullarla pek ilgili değil. Yani Moskova’ya ne kadar uzak o kadar iyi gibi bir algı oluşmasın; önemli olan seçilen ya da atanan baştaki en yüksek mertebeli devlet yöneticisinin ne kadar Stalinci ya da politbürocu olduğu ile doğrudan ilişkili. Bulgaristan tarihinin de bu yakınlıklardan nasiplendiğini anlıyoruz.

     Filmin hem senaristi hem yönetmeni olan Rouzie Hassanova öyküyü kendi babası ve dedesinin yaşamından etkilenerek hayata geçirdiğini dile getiriyor. Hikaye Müslüman Pomakların ve Hristiyanların bir arada yaşadığı bir dağ köyünde geçiyor. Batıdan gelen iğne-ipliğe bile karşı olan komünist yönetimin taşra neferleri, resmi kanal dışında farklı bir sesin yükseldiği radyoların peşine düşüyor. Sadece dönemin Rock’nRoll gibi popüler müzik türleri değil, Avrupa’nın Özgür Sesi, BBC gibi kanallar da hepten yasak. Hatta bazen yerel halk türküsü mırıldanmak bile yasak! Ki filmin bu sekansının abartı olmadığına inanıyorum zira kraldan çok kralcı, hatta Stalinin kendisi olmaya soyunmak, komünist rejimleri kökten sarsan en temel olgulardan biri olarak, tüm demir perdenin gerisinde karşımıza çıkıyor.

    Halka refah ve ekonomik kalkınma getiren/getirdiğini iddia eden bir rejimin tüm insani kabuklarını hunharca soyunca, elimizde maalesef posadan başka bir şey kalmıyor. Zira kabuk ile posa arasındaki en lezzetli bölüm de politbüroya ve onun temsilcilerine ait! Örneğin bu filmde şekerin sadece Zahariev tarafından erişilebilir olması gibi… Uzun lafın kısası Zahariev nedeniyle kırılan radyonun yenisini almak için Ali en yakın şehrin yollarına düşüyor, hem giderken hem dönerken yaşadıkları ayrı epizodlarla anlatırken, bu arada köyde yaşam da durmuyor. Komünist rejimin köydeki ağa babası Zahariev, Ali’nin eşi Yasmin’i sıkıştırmakla kalmıyor, merkezden gelen bir emri uygulayarak tüm Müslümanların pasaportlarını toplayarak kimliklerinin, isimlerinin değiştirilmesinin talimatını veriyor. Ki bu baskının gerçekten yaşandığını, komünizme taş atmak için uydurulmadığını tarihi kayıtlardan biliyoruz. Filmin geçtiği 1973’ten sadece 7-8 yıl sonra 1980’lerde Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların kimliklerinin değiştirildiği ve Türkiye’ye ye zorla göç ettirildiği gerçeği dün gibi önümüzde…

    Öte yandan ‘zalim politbürocu’ Zaharieva’e de insani bir perspektiften yaklaşan yönetmen/senarist Hassanova’yı bu dengeli tavrından dolayı alkışlamak gerek. Her istediğini yapan, yaptıran Zahariev’in de kırılgan noktasını, gözyaşını akıtmamak için kendini kastığı o sahneyi bizden esirgemeyen rejiye teşekkürler.

    Kendi içinden gelen bir ses komünist dönemi en sert oklarla ama bir şekilde dengeyle de eleştirdiğinde, Hollywood sinemasının her daim kötü adamı KGB ajanı olarak çizmesi kadar kızamıyorum açıkçası. Çünkü, pek çok ülkenin yerini haritada dahi gösteremeyen tipler, eften püften bir senaryoda Sovyet Rusyasını topyekün karalarken, ya da azılı mafya seçmek için gözlerini ya Sırbistan’a ya da Bulgaristan’a çevirirken o ülkelerde 45 yılda gerçekten bir şeylerin yaşandığını, Stalinci olsun olmasın hayatların bir şekilde altüst olduğunu görmezden gelerek tabiri de caiz ‘çiziktiriyorlar’; Soğuk Savaşın o bitmek bilmez izini sürercesine…

    Filmin bir akademik bakış açısıyla incelenecek daha çok katmanı var; ama şimdilik bir noktalı virgül koyalım. Özetle, ülkemizden Solis Film’in de ortaklığında, Başka Sinema tarafından sınırlı salonda vizyona girecek festival filmi Radiogram, Doğu Avrupa sineması meraklılarına ve komünist rejim döneminde insan hikayelerine ilgili olanlara iyi gelecek bir yapım. Rejimin baskılarına, müziğin birleştirici gücüyle başkaldıran, sıradan insanların hikayesi Radiogram filmi... 

    twitter.com/duygukocabayli

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top