Ateşimi gör, ritmi hisset!
Yazar: Onur ÇakmakAçılış sekanslarıyla ilgili her yoğunlukta sinema seyircisinin aşağı yukarı bir fikri vardır; bazen sizi koltuğa ne zaman oturduğunuzu fark ettirmeyecek kadar hızlıca filmin içine çekerler, bazen vuracakları şok bir tokatla hemen oracıkta sarsmak isterler, genellikle de finalin nereye varacağını gösterirler. Ema; ayaklarımızı yerden kesmeyen ancak yalnızca finale değil, bütüne dair de sözünü söyleyen “vandal” açılışıyla başlıyor.
Filmin ismini aldığı uçarı karakteri, ilk sahnede elinde alev makinasıyla sabahın erken saatlerinde bir trafik lambasını ateşe verirken görüyoruz. Henüz buradan, hikayenin merkezindeki evlatlık çocuk Polo da dahil olmak üzere Ema’nın (Mariana Di Girolamo) hayatına değen herkese mesajı açık: “Ateşe dikkatli yaklaşın!” Bu bağlamda P.Larrain’in, ana izleği biçimlendirirken, filmin kronolojik olmayan hareketli yapısının da etkisiyle piroman Ema’yı pek zaptedebildiğini söyleyemeyiz. Müziğin ve dansın sürenin tamamında etkin kullanılmasına rağmen Larrain, bir müzikal çekmediğini söylemiş. Bu yönüyle yapıt, kendi filmografisi dahilinde yeni bir deneme gibi algılanabilirken, tema olarak özellikle No (2012) ve Neruda (2016) ile pek benzeşmese de biraz Tony Manero’ya (2008) yakınsadığını düşündürüyor.
Şilili genç aktrist Mariana Di Girolamo, ilk kez büyük bir projede yer almış ve karakteri iyi giyinip bu özel, isyankar kadını perdeye çok iyi aktarmış. Performansının ödülle taçlandırılması şaşırtıcı olmayacaktır. Gael Garcia Bernal’in canlandırdığı Gaston ise yönetmenle önceki buluşmalarına nazaran daha geri planda. Kibirli bir koreograf olan Gaston; başta Ema’nın kendisini ifade ediş şekline ve reggeaton janrına karşı alaycı yaklaşımıyla, Ema kalibresinde olmasa da dışavurumlarındaki sertlikleriyle, biraz da ortak egolarını besleyen Polo’ya duyduğu sorumluluk ihtiyacını gidererek anlatıda var oluyor.
Çiftin aslında aralarındaki problemi çözmesi için sahiplendiği, ancak Ema’nın kardeşinin yüzünü yakan ve bir kediyi buzdolabına kapatıp kendisi problem haline gelen çocuk, yeni bir aileye verilmek üzere iade ediliyor. Tüm kabına sığmazlığına, nihilistliğine rağmen Ema, anneliğe bürünme derdinde olmaksızın çocuğu tekrar almak adına plan yapıyor. Climaxvari birden fazla sahnede yansıtılan çok eşlilikleri, tartışmaları sonrası gizlendiği yerden çıkan tuhaf bağlılıkları ve Ema’nın en az dans figürleri kadar eksantrik olan planı gibi ögelerin tümü, olanca güçleriyle ikili ekseninde hedonizmi körüklerken bir yandan da sanki hikayenin çözümlenmesini imkansız kılmış.
Bernal severler belki oyuncunun göründüğü süre için üzülebilirler ancak artık belirginleşen olgunluğunun sonucunda usta oyunculuğu yine standardını bulmuş, anlatımda güzel bir kontrast yaratan karakterin altından usulca kalkmış. Başrol çiftimiz haricinde aynı seviyede dikkat çekici bir oyunculuk gözlemlenemiyor.
Meraklılarına Valparaiso şehri sokaklarında tadımlık turlar attıran Sergio Armstrong’un oldukça başarılı görüntü yönetmenliğine de hakkını vermek gerekiyor. Tutkulu dans grubuna bir de Nicolas Jaar’ın dokunuşlarıyla deneysel ritimler eklenince, diğer işlerinden alışkın olmadığımız bu karmaşayla birlikte Larrain’in ulaşmak istediği sonuca yaklaşabildiğini söylemek mümkün.