Senaryosunu, aynı isimli kendi çizgi roman serisinden uyarlayarak Greg Rucka’nın yazdığı “The Old Guard”, yönetmen koltuğunda Gina Prince-Bythewood’un oturduğu fantastik bir aksiyon filmi…
70 milyon dolar gibi hiç de azımsanamayacak bir bütçe ile her kesimden izleyiciyi “eğlendirmek” amacıyla çekilmiş olan bu Netflix filmi, IMDB ahalisini bir kez daha “cart” diye ortadan birkaç parçaya bölerek darmadağın etmiş durumda…
Hangi nedenlerle mi?
İsterseniz sadece olumsuz puan verenler açısından önemli olduğunu düşündüğümüz "iki" örneği vermekle yetinelim:
Yaşı, filmin hiçbir yerinde rakamsal olarak belirtilmese de davranışları ve özellikle de bir sahnede Nile (KiKi Layne) ile girdiği bir diyalogdaki ifadeleri gereği neredeyse bütün İbrahimî dinlerin kuruluşuna tanık olduğunu hissettiğimiz Andy’nin (Charlize Theron), “tanrının varlığını reddetmesi” belirli bir kitlenin daha işin en başındayken kopmasına neden olmuş…
Hadi, bu "bir" olsun…
İkincisi ise, 11 ile 13. Yüzyıllar arasındaki Haçlı seferleri sırasında karşılıklı olarak savaşarak birbirlerini defalarca öldürmüş olan İtalyan Haçlı Nicolo di Genova yani Nicky (Luca Marinelli) ile o yıllarda adı (Müslüman savaşçı) Yusuf Al-Kaysani olan nam-ı diğer Joe’nun (Marwan Kenzari), bugün birbirlerini aşk ile seviyor olmaları, herkese ahlak dersi vermeyi kendilerine vazife edinmiş olan “homofobiklerin”, bütün ayarlarını bozmuş...
E, şimdi bütün “kültürel ezberleri” alt üst olan bu grup, oturup da hangi iç huzurla izleyebilecekti “The Old Guard”ı…
Böyle olunca da:
Kötü göstermek amacıyla hep birlikte bir “bahane uydurup” filme saydırarak intikam almaları gerekmiyor muydu?
Ki, öyle yapmışlar da zaten…
Hani eminiz, Nicky ile Joe karakterleri arasındaki eşcinsel “romantizmin” önemli bir sahnede vurgulanmasını, senaryo sözleşmesinde eserin sahibi Greg Rucka’nın şart koştuğunu bilselerdi de durum pek fazla değişmeyecekti…
Zira bu kitle için önemli olan tek şey, kendi dünyalarının izin verdiği dar kalıplar ile sığ standartların içinde sıkışılıp kalınmasıdır…
Onların dışına çıkıldığı an, “olmamıştır” bu iş…
Daha trajikomik taraf da:
Bırakın sinema eğitimi almayı daha önce tesadüfen de olsa herhangi bir film platosunda dahi bulunmamış ve filmlerin nasıl çekildiğinden bihaber olan…
Ve kendilerine kimsenin, 70 cent dahi borç vermeyeceği gibi üst üste düzgün gramerli iki satırlık bir mesajı yazamayacak ve doğru ışık açısını bilmedikleri için cep telefonu ile bile düzgün fotoğraf çekemeyecek olan bu şahsiyetlere göre:
Ya 70 milyon dolarlık bu devasa bir bütçeye yön veren “yönetmen” yahut “senarist” veya da “görüntü yönetmeni” işi bilmemekte…
Oyuncular da köyden yarın gelecek olan amatörlerdir…
Aslında sırf şu ana kadar ifade etmeye çalıştıklarımızı desteklesin diye en fazla 15 – 20 dakikamızı alacak olan bu türdeki, “yorum olarak tanımlanması asla mümkün olmayan” birkaç mesajı tercüme ederek burada paylaşmayı düşünmedik de değil…
Fakat daha sonra bu çabanın, hem bizim için “anlamsız bir zaman” hem de “Beyazperde” için “gereksiz bir nitelik” kaybı olacağını fark ettiğimiz için vazgeçtik…
Ve bir de isim de vererek boş yere meşhur da etmeyelim diyerek kendi "çorak" iç dünyalarında öylesine yapayalnız bırakalım istedik…
IMDB ahalisinin bir türlü hazzetmediğimiz, kabul edilmesi de asla mümkün olmayan bu tutumlarına ilişkin açıklamalarımızın ardından:
Yorumumuzun bundan sonraki ilk bölümünde, uzun uzadıya filmin hikâyesine de girmeden, öncelikle kimilerinin zannettiği kadar “özgün” bir konunun işlemediğini de elbette yine” işkembe – i kübradan” öylesine sallamak yerine, her zaman ki gibi “somut örnekler vererek” göstermeye çalışacağız…
Nasıl mı?
“Yaşı” yahut “sinema tarihine ilişkin bilgisi” yeterli olan sinemaseverler, baş rolündeki ölümsüz İskoçyalı Connor MacLeod figürünü Christopher Lambert’ın canlandırdığı “Highlander” (1986) filmini çok iyi bilirler…
Vakti zamanında bu filmin konusu o kadar ses getirmiştir ki, “Highlander II: The Quickening” (1991), “Highlander III: The Sorcerer” (1994) ve “Highlander: Endgame” (2000) gibi devam filmlerinin yanı sıra 119 bölümlük “Highlander” (1992 – 1998) isimli bir TV dizisi de çekilmiştir…
Bize göre yurtdışındaki profesyonel sinema eleştirmenlerinin büyük çoğunluğunun beğenisini kazanmış olan “The Old Guard”ı da benzer bir akıbet bekliyor gibi…
Üstelik de Rucka’nın hali hazırda ilkinin devamı olarak yazdığı yeni çizgi roman “The Old Guard: Force Multiplied” ın (2019) basıldığı bir ortamda…
Covid – 19 salgını nedeniyle sinema salonlarının bomboş kaldığı ve bundan sonra da asla dolmayacak olan mevcut durumu da fırsat bilerek iyi filmlere imza atmaya devam eden Netflix’in prodüktörleri, muhtemelen bu fırsatı da kaçırmayacaklardır…
Bitirmeden ilave edeceğimiz son husus, Charlize Theron ve takım arkadaşlarının yanı sıra başta görsel efekt takımı olmak üzere Gina Prince-Bythewood ile teknik ekibinin de yeterince iyi iş çıkarttıkları biçiminde…
Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sinema sanatına yaraşır; “emek ve bilgi verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “muhakkak bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,