Senaryosunu, James Frey ile birlikte kaleme aldıkları kısa bir hikâyeden uyarlayarak Lena Waithe’nin yazdığı “Queen & Slim”, Melina Matsoukas’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ilk uzun metrajlı sinema filmi…
Yorumumuza, karşımızdakinin:
Asıl işi, müzik ve ticari reklam videoları çekmek olan Matsoukas’ın, Jodie Turner-Smith (Queen) ve Daniel Kaluuya’nın (Slim) nefes kesen performansları eşliğinde, “gelin ırkçılığa, bir de böyle bakalım” dediği, “doğrudan siyasi mesajlar da içeren” sıra dışı bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Olaylar, filmin kahramanları, Queen ve Slim’in “garip bir akşam yemeği buluşması” sonrasında, Amerika’da sıklıkla yaşanılan Afro – Amerikan kökenlilere yönelik polis terörünün neden olduğu sahneler ile start alıyor…
Ki, “ırkçı ön yargılar” içeren bu olayda yaşanan her şeyin, anbean kayıt altına alınmış olan görüntüleri, (aynen daha üç gün önce ABD Minneapolis’de polis tarafından nefessiz bırakılarak öldürülen George Floyd vakasında olduğu gibi) sosyal medyada çığ gibi yayılıyor…
Yani siyahından – beyazına kadar bütün Amerikalılar ile polis de olayları neyin tetiklediğini apaçık bir biçimde görebiliyor…
Zaten, biz de o yüzden yukarıda, “doğrudan siyasi mesajlar da içeren” bir film ifadesini kullanmadık boşuna…
Bundan sonrasında da filmde:
“Bonnie and Clyde” (1967) vari bir kaçışın, oldukça renkli bir “yol” ve Ohio’da başlayıp, Kentucky’den New Orleans’a kadar devam eden bu uzun yolculukta, birbirlerini keşfeden iki insanın “epik aşk destanına” dönüştüğüne tanık oluyoruz…
Altı gün süren bu serüven esnasında, başlarına toplam 500 bin dolar ödül de konulmuş olan ikili, her biri ayrı birer vaka olan değişik türde insanlarla da karşılaşıyorlar…
Öyle ki, (her ne kadar ezici çoğunluğu iş birliği ve destekten yana olsa da) bu sayede bütün Afro – Amerikan kökenlilerin, aynı ırka mensup olmanın sonucu olduğuna inanılan (ve aslında bir şehir efsanesi olmaktan çok da öteye gitmeyen) dürtülerle hareket etmediklerini de görüyoruz…
Elbette, o grubun içinden, finaldeki sürpriz “ödül avcısı” açgözlü tipler gibi “Queen ve Slim” ikilisini “ölümsüz kahramanlar” olarak görüp, onlara ve yaptıklarına öykünen yeni yetme (“ergen”) gençler de çıkabiliyor…
Aslında filmde, bu son değindiğimiz “taşkın” ergenli noktaya, bir anlamda, “herkese eşit olarak uygulanması gereken adaletin terazisinin şaştığı yerde, herkes kendi adaletini kendi sağlamaya başlar” görüşünün ima edilmesi suretiyle özellikle de dikkat çekilmeye çalışılmış…
Ayrıca unutmadan, Queen’in kendisinin de yaşananların sonuçlarına vakıf olan, bir ağır ceza avukatı olduğunu da belirtelim…
Bitirmeden, aralarında, Solange Knowles tarafından, “günümüzün Quincy Jones’u” olarak tanımlanan Devonté Hynes imzasını taşıyan “Queen & Slim” isimli ana tema şarkısının da bulunduğu filmin müziklerinin de son derece çarpıcı olduğunu vurgulamış olalım…
Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sinema sanatına yaraşır; “emek ve bilgi verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “muhakkak bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,