“Blinded By The Light”, senaryosunu da Pakistan asıllı İngiliz gazeteci Sarfraz Manzoor’un “Greetings from Bury Park: Race, Religion and Rock N’ Roll” (2007) isimli anılarından kendisi ile birlikte uyarlayarak, Paul Mayeda Berges’in de içinde olduğu ekiple birlikte yazan Gurinder Chadha’nın yönetmen koltuğunda oturduğu bir drama…
Prömiyeri, 27 Ocak 2019’da Sundance Film Festivalinde yapılan ve 9 Ağustos 2019 tarihinde İngiltere’de vizyona giren filmin, 6.9 /10 (19.876 oy) ve 4.4/5 (2.500 üzeri oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 7.3/10 (257 yorum) ve 71/100 (44 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları, oylamaya katılan sayıları yüksek olmasa da “izlenilebilir” bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor gibi…
Ama biz yine de içinde Reagan, Thatcher, yoğun işsizlik ve (dünyadaki en yüz kızartıcı “suçlardan” biri olan) ırkçılık gibi “acı”, pop müzik, walkman, kaset ve vinil plak gibi “tatlı” anıları barındıran 80’li yıllardan esintiler getiren bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun içinde, yaklaşık 15 milyon dolarlık bir bütçe ile çekilen ve 18,02 milyon dolarlık “kesin zararına” bir hasılat rakamını yakalamış olan filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, hikâyesi ile izleyeni kavrayarak anında içine alan sımsıcak filmlerden biri olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Elbette insanın bu sıcaklığı derinden hissedebilmesi için “sine qua non” (yani olmazsa olmaz) iki ön koşul var:
1. Filmdeki İngiliz neo – Naziler gibi yabancı düşmanı olmamak,
2. (Öyle aman aman bayılın masa da) Pet Shop Boys, A – ha ve filmin kahramanı Javed Khan’ın (Viveik Kalra) hayatını değiştiren, nam-ı diğer “The Boss /Patron” Bruce Springsteen’in şarkılarının tadını çıkartmasını bilmek.
Unutmadan, tanımayanlar için bu (İngiliz) “Pet Shop Boys” ile (Norveçli) “A – ha” gruplarının 80’li yıllara damgasını vuran pop müzik akımının, şarkılarıyla ABD Billboard 100 listelerinin üst sıralarında yer alma başarısını göstermiş iki önemli Avrupalı temsilcisi olduklarını da belirtmiş olalım…
Bruce Springsteen ise herkesin malumu zaten…
Her ne kadar hikâyesi, 1987 yılında Luton isimli irice sayılabilecek bir İngiliz kasabasında geçen filmde, liseli gençler onun “babalarının dinlediği eski bir şarkıcı” olduğunu söyleseler de “The Boss” un, 30 milyon adetlik plak satışı rakamına ulaşan ve böylelikle (müzikalitesinin yanı sıra) ticari anlamda da en başarılılardan olan albümlerinden biri haline gelen “Born in the U.S.A.” in üzerinde yapım tarihi olarak 1984 yazmaktadır…
Yani Bruce Springsteen için o, “eski şarkıcı” söyleminin aslı astarı olmadığı gibi, “Born in the U.S.A.” i, Ankara Kocabeyoğlu Pasajındaki Tansel Plakçılıktan temin edip piyasaya çıktığı gün satın alarak diskoteğimize dâhil ettiğimiz 33’lük vinil plak hali de halen arşivimizdeki müstesna yerini korumayı sürdürmektedir…
“Blinded by the Light”, Viveik Kalra’nın oynadığı ilk sinema filmi olmasına karşın, canlandırdığı Javed (Cavit) karakterinde oldukça iyi bir performans sergilemiş… Ha keza, Erol Taş’ı anımsatan babayı oynayan Kulvinder Ghir başta olmak üzere castingdeki bütün oyuncuların özenle seçildikleri de açıkça görülüyor…
Ancak bütün bunların arasında, İngiliz sinemasının yükselen değerlerinden Dean-Charles Chapman’ın (“Game of Thrones” 2013 – 2016, “The King” – 2019, “1917” – 2019), Matt karakterinde yer alması filme ayrı bir renk katmış…
Filmin hikâyesinin ayrıntılarına bilinçli olarak girmedik…
Zira olaylar, birbirleriyle öylesine zincirleme bir ilişki içinde ki, verilecek en ufak bir bilgi dahi “spoiler” olarak henüz filmi izlememiş olanların ağzının tadını kaçırmaya yetecek düzeyde…
Elbette bu durum, filme yönelik küçük “bir eleştiri” ve “bir de övgümüzü” paylaşmayacağımız anlamına da gelmiyor…
Örneğin, o yıllarda İngiltere’de giderek artan yabancı karşıtlığı ve işsizliğin derinleştiği ekonomik krizin karşısında Amerika’nın yahut da Amerikan yaşam tarzının, Springsteen’in şarkıları çıkış noktası alınarak (en azından Trump’un Meksika sınırına kurdurmaya çalıştığı duvara rağmen) alternatif bir “Amerikan rüyası” biçiminde yüceltilmesi… (Ki, bu eleştirimiz…)
Tabii, anavatanlarından göçerek gittikleri batılı ülkelerde, yaşamlarını sürdürmeye devam ettikleri bu ülkelerin sosyo - kültürel değerlerini tümden reddederek oluşturdukları mahallelerde “içlerine kapanan” yabancıların (kendiliklerinden başlattıkları) dışlanmışlıkları da çok güzel anlatılmış… (Bu da övgümüz olsun…)
Belki biraz tarzımızın dışında olacak ama tek bir “spoiler vermeden” buraya kadar yazdıklarımızın tamamı, zımnen de olsa ikisini de içerdiği için filme ilişkin hem ilk tespitimiz hem de ilk önerimiz olsun… Ayrımı gönlünüze göre siz kendiniz yaparsınız…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…