Babalara ve oğullara dair…
Yazar: Banu BozdemirÇağan Irmak’ın filmlerinde yer verdiği duygusal tonajın onun sinemasının büyük bir özelliği olduğunu düşünüyorum. Çağan, bu naif hali her filminde bir parça da olsa kullanmayı seviyor. Babam ve Oğlum’un toplumsal ağlama sendromu yaratmasından sonra Irmak da sinemasında birçok kapı açtı ve bizi farklı dünyalara soktu. Bizi Hatırla bana biraz Babam ve Oğlum’un rövanşı gibi geldi. Yani şöyle ki yine baba oğul arasında geçiyor ama bu kez seyircinin kalan hıçkırığının boğazdan hakkıyla akmasına izin veriyor Irmak. Yine kasabada kalmış bir baba ve şehre sürüklenmiş bir oğul. Ama politik zamanlama olarak günümüze ve günümüzdeki başkalaşım, yabancılaşma, betonlaşma ve şehir insanı modeline fazlasıyla dikkat çekme derdinde bu kez. Ve babayla oğul arasında yarım kalmışlık duygusunun tamamlanmasına dikkat etme hali var. Irmak, baba Eşref ve oğul Kaan arasındaki ilişkiyi çok dikkatli kurmuş. Kaan şehirde işine gücüne tapan ve bu konuda söz sahibi ukala birisi olarak ayrıca babasına sevgi ve saygısını sonuna kadar sunan bir evlat. Yani ne hali varsa görsün tavrı yok. Filmde salt bir kötülük hali ve bunun hesabını soracağımız birisi de yok. Belki Kaan’ın karısının üvey babası ki, o konunun biraz fazla kaçıp, araya sıkıştığını düşündüm. Bir yandan da toplumsal olarak dışında kalınamayacak bir konunun bir yönetmenin duyarlılık süzgecinde ele alınması olarak değerlendirmek lazım.
Film zıt karakterlerle bize eski yeni, doğru yanlış, iyi kötü kavramlara yönlendiriyor. Evin hanımı ve temizlikçi kadın arasında yaşanan zıtlık, arada kaldığımız değerler konusunda dede ve torun arasında yeşeren sıcak ilişki ise kuşak farklarının ortadan kalkması aşamasında ortaya konan gözlemler. Irmak, Issız Adam filminde annesinin kendi evinde kalmasından rahatsız olan, artık onunla şehirde, kendi evinde paylaşacak bir şeyi olmadığını düşünen bir adamı merkeze almıştı, burada bu misyonu geline veriyor. Bu yabancılaşma halini yaratan gelin, hatta kayınpederine büyük bir suçlama bile getirebiliyor. Sonrasında o konu çözülse de bakış açılarımızdaki duyarlılık halinin abartısı / paranoyası olarak kalıyor akıllarda. Gündelikçi kadının Eşref ile kurduğu ilişki ise daha samimi duruyor elbette. Çünkü fazla sorgulamadan, kendi doğal akışında kurulan bir yoldaşlık haline dönüşebiliyor. Yolunu şaşırmış iki ruhun buluşması gibi yansıyor onlarınki…
Filmin karşı kıyısında yani kasaba kısmında ise Eşref’in hayatında kırık, yaşanmamış bir aşk hikayesi yer alıyor. Sumru Yavrucuk’un can verdiği sıcacık kasabalı kadın; eninde sonunda kırmızılar içinde Eşref’e ulaşıyor. Film herkese kendi hayatının, değer yargılarının içinde bir vicdan muhasebesi yaptırıyor ve film ortak bir duyguda son buluyor. Herkesin arındığı, yıllarca kastığı ve uyum sağlamak için çabaladığı haller, bazen birinin kendisini ortaya sürüp kurban etmesiyle rayına oturabiliyor, farkına varılabilir hale gelebiliyor.
Çağan Irmak şehir hayatından uzaklaşmasını iki farklı yerden bakarak sunmaya çalışıyor. Şehirde de yaşamlarımızın arasına bir iki saksı çiçeği, işimizle sevdiklerimiz arasına güzel bir gönül köprüsü çekmemizi ve hayatı o kadar da ciddiye almamamızı salık veriyor. Tabii vicdanlarımızı da hep yanımızda taşımamızı…
twitter.com/banubozdemir