Hesabım
    The Boogeyman
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    The Boogeyman

    Işıkla karanlık arasında geçen o korku!

    Yazar: Banu Bozdemir

    Taze yönetmen Rob SavageHost ve Dashcam gibi biraz günümüz seyircisinin algısına oynayan ve sınırlı bir konudan etkili bir film çıkarmanın mümkünatını anlatan iki filmden sonra, The Boogeyman’da daha geleneksel bir korkuya yöneliyor. Stephen King’in 1973 tarihli kısa öyküsünden uyarlanan filmde senaryo yazarları Scott BeckBryan Woods ve Mark Heyman’ın King’ın sıkı hayranları gibi davranıp iyi bir senaryo ortaya çıkardıklarını, anlık korkular yerine gerilim yaratıp bizi Öcü’den korkmaya odakladıkları aşikar!

    Duygusal yıkım yaşayan çocuklara musallat olan Öcü’nün varlığıyla aslında filmin ilk başlarında tanışıyoruz ve hikayenin asıl aileye geçiş modunu izliyoruz. Chris Messina’nın canlandırdığı Harper karakteri, eşinin ölümü sonrası yaşadığı kafa dağınıklığını, işiyle kapatmaya soyunmuş bir psikolog. Evine gelen acılı baba Lester’in anlattıklarına inanmaz, yani Lester ve daha sonrasında çocukları tarafından defalarca kafasına sokulmaya çalışılan canavar imgesini gerçek kılamaz. Dikkat dağınıklığı King filmleri için onarılmaz bir hatadır ve tehlikenin sızması için bırakılmış açık kapı işlevi görür. Lester ölen annenin dolabında kendisini asarak, canavarı o eve musallat etmiş oluyor.

    Film konusu gereği ne kadar ışık isteyen bir yapıda karşımıza çıksa da ekip ışık konusunda pinti davranıyor, evin kederinden beslenen, gündüz vakti bile karanlığın hakim olduğu yerde siyah ve kahverengi tonları hakim. Boogeyman’ın ışıktan nefret ettiği ve uzaklaştığı konuşulurken, Savage özellikle teknolojiden uzak duruyormuş gibi davranıyor, cep telefonunun fenerini görmezden geliyor ve bizleri kısık ışıkta canavar avına çıkarıyor ki bu da canavarı olduğundan daha gizemli kılıyor. Bir yandan da annelerini kaybeden iki kız kardeşin duygusal acılarına ekstra bir katkı sunmuyor, aksine onları her an tetikte tutar hale getiriyor. Özellikle Sadie’yi oynayan Sophie Thatcher muzzam bir ilgi tutucu olarak karşımıza çıkıyor, zaten korku dolu küçük kardeşini ve kafası dağınık babasını kurtarmak için canpare savaşan o.

    Bu anlamda filmin kadın liderliğinde ilerleyen bir hikaye olduğunu da iddia edebiliriz. Daha fazla korku filminde oynamasını umut ediyorum, özellikle takındığı cesur ifadesiyle filmle çok şey katıyor. Küçük Sawyer (Vivien Lyra Blair) ise küçük ışık küresine sarılarak canavarı ve korkusunu bertaraf etmeye çalışan küçük ve kırılgan bir çocuk. Filmde öyle anlar yaşanıyor ki, bazen evin konumunu merak ettirmiyor değil. Çığlıklar, sesler birbirine karışmışken, film özellikle babayı olayların dışında tutuyor, hemen fırlaması, orada olması gereken baba çok sonra geliyor ve inançsız halini çocukların tüm dehşetengiz ifadelerine rağmen devam ettiriyor! Bu da filmi özellikle uzatan ve seyirciyi sıkıştıran bir rutine dönüşüyor. Ama bunun yanında Savage aşina olduğunuz sahneleri öyle değişik yollarla kadrajlıyor ki, filmin başarısı da birazcık burada yatıyor. Savage başarılı bir atmosfer kuruyor ve sonrasında topu başarılı oyuncularına atıyor. Bir yandan da kötü karakterin yarattığı travma hali karşılaştırmak gerekirse, geçen yıl izlediğimiz Smile’daki kadar etkili çalışmıyor, biraz yavan kalıyor nedense!

    Ama filmin görsel başarısı, fantastik sinematografisi karanlığın içinde yaşayan yaratığı güzel resmediyor, korku öğelerinin zekice olduğunu söylemek mümkün. Tabii öcü’nün konuşması filme ne katıyor orası tartışılır, konuşmuyor olsa daha mı korkutucu olurdu acaba diye düşünmeden edemedim.

    Sonuçta The Boogeyman, King ruhuna sahip çıkan, çok fazla dijital efekte yaslansa da geleneksel korkuya da fazlasıyla sarılan, ışık dengesini özellikle kıssa da oyuncularını kısıtlamayan bir film olmuş. King hayranı olmasa da korku severlerin seveceği türden diyebilirim.

    twitter.com/banubozdemir

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top