Senaryosu, Gregory Weidman ve Geoffrey Tock tarafından yazılan “In the Shadow of the Moon”, Jim Mickle’ın yönetmen koltuğunda oturduğu bir drama…
Prömiyeri, 21 Eylül 2019’da Fantastic Fest’de yapılan ve 27 Eylül 2019 tarihinde Netflix platformunda yayın akışına dâhil edilerek vizyona sokulan filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde, “bilim kurgu”, “neo – noir”, “aksiyon” ve “gizemin” her birinin, kimi zaman ayrı ayrı kimi zamanda kol kola bir bütün olarak servis edilmeye çalışıldığı bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun için de, baş rollerdeki Boyd Holbrook (Thomas) ve Bokeem Woodbine (Maddox) ile “Die Hard” serisinde, Bruce Willis ile ortakları Reginald VelJohnson ve Samuel L. Jackson’ın canlandırdığına benzer bir karakter yapısıyla kurgulanan filmin (ki, gördüğümüz kadarıyla yurt dışında bunu 80’lerin gözde TV dizilerinden “Miami Vice” daki Don Johnson ve Philip Michael Thomas ikilisiyle ilişkilendirenler de var) ayrıntılı incelemesine geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, “Düşük bütçeli Netflix filmlerine karşı herhangi bir alerjimiz yok ama hiç değilse başrol karakterinin makyajından tasarruf etmeseydiniz” dediğimiz filmlerden biri olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
“Neo – noir”dan ciddi esintiler de taşıyan ilk bir saatlik bölümü ilgi ve merakla izlenen film, bu süre tamamlanır tamamlanmaz sanki bu bir eşikmiş gibi kafanızda olan bitene (ve tabii olacaklara) dair şimşekler çakmaya başlıyor…
Böyle olunca da, o andan itibaren de “gizemin” önündeki ilk perde ortadan kalkmış oluyor…
Aslında ikincisinin kalkması için de çok fazla beklemeniz gerekmiyor…
Zira bir 10 – 15 dakika sonra onu da kolaylıkla tahmin ettiğiniz gibi arkası da geliyor… Yani “Kim, kimdir?” yahut “Kimin eli kimin cebindedir?” gibi soruların tamamının yanıtlanmış olması nedeniyle artık filmde sizin için ucuz bir “bilim – kurgu” ve kuru bir “aksiyonun” dışında merak uyandırarak ilginizi çekebilecek çok da fazla bir şey kalmıyor…
Peki, bunlar çok mu olumsuz etkiliyor filmi?
Eğer 90 dakikada da tamamlanabilecek bir filmi, hikâyeye ciddi bir katkısı da olmayan duygusal sahneler ve boş konuşmalarla gereksiz yere uzatarak 115 dakika olarak çekmeseler ve Locke’u (Boyd Holbrook) adam gibi yaşlandırabilselerdi elbette değildi… Özellikle de Locke’a, Noeller de ve yıl başlarında AVM’lerde çocuklara şirinlik yapan Noel babalarınkine benzer bir biçimde yapılan ve tutsan elinde kalacakmış gibi duran şu saç – sakal makyajı neredeyse hiç olmamış… Zaten filmi izleyen hemen herkesin ilk takıldığı ve dikkat çektiği nokta da bu olmuş…
Belki biraz tarzımızın dışında olacak ama “spoiler vermeden” buraya kadar yazdıklarımızın tamamı, zımnen de olsa ikisini de içerdiği için filme ilişkin hem ilk tespitimiz hem de ilk önerimiz olsun… Artık ayrımı gönlünüze göre siz kendiniz yaparsınız…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak (ilk bir saatlik bölümün hatırına) 2 değil de 2,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, çok fazla beklentiye girmeden (uykusuz bir gecenin sabahına doğru) “bir şans da siz verebilirsiniz” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 10 Ekim 2019 günü saat 02.48’de yazılarak paylaşılmıştır...