Senaryosunu da, Mark Millar ve Dave Gibbons'ın "The Secret Service" (2012 - 2013) isimli çizgi roman serisinden uyarlayarak Karl Gajdusek ile birlikte yazan Matthew Vaughn'un yönetmen koltuğunda oturduğu “The King's Man”; savaşlar ve savaşlar da ülkesi adına "şehit" olmayı kutsayanları, feci şekilde "tiye alan" aksiyon soslu bir "dark comedy / kara mizah" olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, "Kingsman film serisinin", "Kingsman: The Secret Service" (2014) ve "Kingsman: The Golden Circle" (2017) sonrasındaki; görsel efekt ve yeşil perde teknolojileriyle dublör oyuncu performanslarının yeterince etkin kullanıldığı 100 milyon dolar bütçeli bu üçüncüsüne biraz daha yakından bakalım...
Yıl 1902...
İkinci Boer Savaşının yaşandığı Güney Afrika'dayız...
Kızılhaç adına dostu General Herbert Kitchener (Charles Dance) ile görüşmek üzere askeri bir toplama kampına gelen Dük Orlando Oxford (Ralph Fiennes), Yüzbaşı Morton (Matthew Goode) tarafından karşılanarak güvenlik açısından gizli tutulan bu görüşme için Generalin ofisine götürülür...
Orlando'nun, aniden gelişecek bir keskin nişancı Boer'in (Bevan Viljoen) kurşun yağmuru esnasında Generalin yerine yanlışlıkla vurularak öldürülecek olan karısı Emily (Alexandra Maria Lara) ile küçük oğlu Conrad'da (Alexander Shaw) dışarı da, Shola (Djimon Hounsou) ile beraber beklemektedirler...
12 Yıl Sonra...
Tam da I. Dünya Savaşının arifesindeki bir atmosferde...
İleride fazlasıyla işine yarayacak bir biçimde genç Conrad'a (Harris Dickinson) bıçakla dövüşmeyi öğreten Shola ve Dük'ün malikanesini çekip çeviren Dadı Pollyanna "Polly" Wilkins (Gemma Arterton), Oxford'ların hayatında olmaya devam etmektedirler...
Derken...
Conrad'ı babası, Westminster Şehri Savile Row'daki aile terzisi Kingsman'a götürür...
Ve orada, Conrad'a ilk takım elbisesinin alınmasının yanı sıra General Kitchener'ın planladığı, meraklı göz ve kulaklardan uzak gizli bir toplantı da gerçekleştirilir...
Buna göre baba oğul Oxford'lar, Kitchener'ın selametinden endişe duyduğu Avusturyalı Arşidük Franz Ferdinand'ın (Ron Cook) av partisine katılacaklardır...
Aynı esnada kendini "Çoban" olarak tanımlayan ve İsviçre Alplerinde nadide keçilerin yetiştirildiği bir tepe de kurulmuş olan masadaki kendine bağlılığını ilan eden diğerlerine, taşının üzerinde bir Koyun'un, içinde de başarısızlık halinde kullanılması için siyanür kapsülünün bulunduğu yüzükleri dağıttığı; aralarında, Grigori Rasputin (Rhys Ifans), Gavrilo Princip (Joel Basman), Mata Hari (Valerie Pachner) ve Erik Jan Hanussen'in de (Daniel Brühl) bulunduğu "sürüsü" ile bir toplantı yapmakta ve gruptan Princip'i, Kitchener'ın endişelerinde ne kadar haklı olduğunu göstermekle görevlendirmektedir...
Fakat Princip'in Saraybosna'daki bombalı saldırısını, Arşidük ve babası ile aynı otomobilde yer alan Conrad engeller...
Ancak aynı gün içinde, ardından gelen silahlı saldırı da başarılı olur Princip ve Arşidük ile karısı Sophie'yi (Barbara Drennan) öldürür...
Trenle geri dönerlerken Orlando oğluna, Kraliçe Victorya'nın (Alexa Povah) torunları olan Alman Kayzeri Wilhelm (Tom Hollander), Rus Çarı Nicholas (Tom Hollander) ve İngiltere Kralı George (Tom Hollander) isimli geçimsiz üç kuzenin öyküsünü anlatır...
Bu kuzenlerden George diğerlerine, bir savaşa kalkışmamaları önerisinde bulunduğu birer mektup gönderir...
Ama ne Wilhelm'in ne de Nicholas'ın böyle bir niyetleri bulunmamaktadır...
Yani onlar açısından bir savaş kaçınılmazdır...
Vatanı uğruna ölmek isteyen Conrad, babasının tüm karşı koymalarına rağmen gönüllü olarak asker olmak istemektedir...
Neyse ki, Orlando'nun imdadıdına, Savaştan Sorumlu Devlet Bakanı da olan Lord Kitchener yetişir...
Zira ona göre hem Conrad'ın 18 olan yaşı askere alınmak için küçüktür hem de savaşın amacı; "İnsanın, vatanı uğruna ölmesi değil düşmanın vatanı uğruna ölmesini sağlamaktır..."
Yalnız Çoban'ın, Rusya'nın İngiltere'nin yanında Almanya'ya karşı savaşmasına itirazı bulunmaktadır...
Onun niyeti, Rusya'yı bu savaştan çekerek Almanya'yı tek kalan İngiltere'ye saldırtmaktır...
İşte bu görevi Çoban, Rasputin'e verir...
Söz konusu göreve ilişkin detaylar, Rusya'daki kuzeni Prens Felix Yusupov (Aaron Vodovoz) tarafından Conrad'a...
Oradan da Lord Kitchener'e iletilir...
Bunun üzerine Kitchener ve yaveri Morton, denizden Rusya'ya doğru yola koyulsalar da gemileri, İngiltere'deki bir casusun (Cassidy Little) uyarısı neticesinde Çoban'ın denizaltılarından birince torpillenerek batırılır...
Bu da artık, şu ana kadar gözü gibi koruduğu oğlu Conrad'ı da yanına alan Orlando'nun, Shola ile Polly sayesinde; evler, büyükelçilikler ve ABD'deki Beyaz olanı dahil dünyadaki bütün saraylardaki yardımcılardan oluşturarak kurduğu teşkilatın harekete geçmesinin, tam da zamanı olduğu anlamına gelmektedir...
Bu dörtlünün hedefinde ilk olarak Keşiş Rasputin bulunmaktadır...
Öyle olunca da doğrudan Rusya'ya gidilerek Rasputin'in onur konuğu olduğu Felix Yusupov'un Noel partisine katılınır...
Dakika 44...
Geride sizleri, "Çobanın" gerçek kimliğini de öğreneceğimiz sürpriz bir finale de sahip olan 87 dakikalık, oldukça hareketli bir bölüm daha bekliyor olacak...
Son bir not:
"Ne tatlıdır ne de şerefli, vatan uğruna can vermek" ana fikrinden yola çıkılarak, I. Dünya Savaşı özelinde savaş karşıtı bir hikayenin anlatıldığı bu filmde, yazılar akmaya başlar başlamaz lütfen yerlerinizi terk etmeyin...
Neden mi?
Çünkü, dünya solunun ikonlarından V.I. Lenin (August Diehl) ve faşizan sağının başat karakterlerinden Adolf Hitler'in (David Kross) buluşacakları bir sahne daha mevcut...
Muhtemelen bu da, serinin; merakla bekleyeceğimiz dördüncü filminin habercisi...