Senaryosu, Paul Laverty tarafından yazılan “Sorry We Missed You”, yönetmen koltuğunda Ken Loach’un oturduğu bir drama…
Dünya prömiyeri, 16 Mayıs 2019’da “Altın Palmiye” ödülü için yarıştığı Cannes Film Festivalinde yapılan ve 23 Ekim 2019 tarihinde Fransa’da vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde, İstanbullu sinemaseverler ile 9 Ekim 2019’daki gösterim ile “Filmekimi” etkinliğinde buluşmuş olan bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun içinde, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, “elini korkak alıştırmayan” 87 yaşındaki Loach’un, bitmek tükenmek bilmeyen azim ve enerjisi ile “kapitalizmin acımasız yüzünü”, çok çarpıcı bir biçimde bir kez daha gözler önüne serdiği filmlerden biri olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Ki, zaten 29 Şubat 2020 tarihli Movie Nation’daki yorumunda Roger Moore onu, “Sinemadaki gerçekçiliğin Scorsese’si, doğallık ile canlı diyalogların Tarantino’su ve bize hayatı gösteren karakterler üzerine kurulu filmlerin Claire Denis’i” olarak tanımlamış…
Bize göre de Moore’un, Loach üzerine yaptığı bu küçük analiz oldukça isabetli olmuş…
Her şeyden önce Loach lafı hiç eğip bükmeden yani kapitalizmin sadece "göçmen – mülteci – sığınmacı Asyalılar ve Afrikalılar" için sömürü mekanizması olabileceği zırvasına girmeden, konunun merkezine Newcastle’lı tipik bir İngiliz ailesi olan Turner’ları oturtmuş…
Neden mi?
Zira böylelikle de aslında, K. Marx’ın orijinali, “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin! / Proletarier aller Länder, vereinigt euch!” olan “Komünist Manifesto” sundaki (21 Şubat 1848) mesajının emekçi sınıf için de (en azından İngiltere’de) “safkan beyaz bir İngiliz” olmanın kesinlikle ayrıcalık sayılmayacağı da gösterilmeye çalışılmış…
Eğer filmi biraz dikkatlice izlerseniz:
Ricky Turner dâhil PDF isimli kargo şirketinin, taşeronları olarak kendi araçları ile (kadın – erkek karışık) birbirleriyle rekabet içinde çalışan bütün şoförleri ile (onların üzerinde bir kırbaç gibi sürekli şaklayarak) inanılmaz bir patron vekili profili çizilen Maloney (Ross Brewster) karakterinin de doğma büyüme adalı olduklarını fark edeceksiniz…
2008 ekonomik krizinin ağır bir borç içinde işsiz bıraktığı Ricky (Kris Hitchen), bulabildiği geçici işler de karısı Abbie’de (Debbie Honeywood) bir evde sağlık hizmetleri hemşiresi olarak uzun saatler boyunca çalışmaktadırlar…
Elbette bu durum, “kapitalizmin bir başka arızası” olarak Turner ailesinin ebeveynlerinin, çocukları Sebastian 'Seb' (Rhys Stone) ve Liza Jane (Katie Proctor) ile yeterince ilgilenmelerini de engellemektedir…
Ki, genç 'Seb'in savrularak dağılmasının gerçek nedeni de ergenliği değil budur bize göre…
Ergenlik destekleyici bir faktördür sadece…
Filmde, Ricky’nin dayak yedikten sonra yaralı olarak gittiği hastanede saatlerce sıra bekliyor olması üzerinden İngiliz sağlık sistemine de sağlam bir eleştiri getirilmiş…
Fakat final sahnesinde, Ricky’nin ve aile fertlerinin yaşadıkları çaresizliğe, emin olun gerçekten de yürek dayanmıyor…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda olduğu gibi yaptığımız açıklamalar sonrasında meraka kapılarak filmi izlemeye karar vereceklerin ağzının tadını kaçırmış olmamak adına “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar, filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; Loach’ın “I, Daniel Blake” (2016) isimli filmi için yazdıklarımızın bir kısmını tekrarlamış olmak pahasına, nitelikli film izlemeyi tarz edinmiş sinemasever dostlara, “Tüm eleştirilerimize rağmen, yıllardır İngiliz sinemasının aykırı seslerinden biri olmayı becerebilen usta yönetmen Ken Loach’un filmlerine de izleme listelerinizde yer vermeyi unutmayın” diye seslenerek kullanmak isteriz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de olumsuz puan veya yorumlara aldırmadan “mutlaka bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler