Hesabım
    Ritüel
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Ritüel

    Gerilimin en parlak hali

    Yazar: Fatih Yürür

    Korku filmi seyretmenin, farklı türden bir “deneyime” dönüştüğü o ilginç günler geldi çattı. Her ne kadar korku türünün gişe rakamları tatmin edici olmayı sürdürse ve The Conjuring gibi yapımların, kendilerine has öykü evrenlerine evrildiği göz önüne alınsa da; tür sınırları içerisinde, seyirciye farklı türden deneyimler sunan yapımlar ne yazık ki günden güne azalıyor. Totalde It Follows, The Witch, Raw, Babadook ve tabi yazıya akrabalık bağı en güçlü tarafından bağlı olan Hereditary dışında; izleyici sarsacak türden korku – gerilim mahsulleri ile pek sık karşılaşmadığımız doğrudur.

    İzleyiciden çok farklı türden eleştiriler almış olsa da; genel anlamda tür meraklılarının salondan memnun ayrılmasını sağlayan Hereditary’nin mimarı Ari Aster’ın, pek çok açıdan Jordan Peele ya da David Robert Mitchell gibi dönemdaşlarıyla, aynı yükü sırtladığını söylemenin herhangi bir hacmi yok. Bu denklemde, ilk olarak Peele’nin “Us” filmi ile sınanmış ve bu sınavdan çok da makul bir biçimde paçayı sıyıramayanlar olarak, elbette Aster ve Mitchell gibi yönetmenlerin akıbetleri konusunda ciddi bir kaygıya düşmüştük.

    Mitchell’in bu beklentiyi ne şekilde karşılaşmayı seçeceği şimdilik merak konusu fakat muhtemelen Aster’ı devler ligine transfer edecek gibi görünen Ritüel, bizi hem heyecanlandıracak hem de kuşkuya düşürebilecek tüm bileşenleri barındıracak türden bir içeriğe sahipti. Umut vadeden bir teaser, filmin tüm senaryosunun internete sızdırılması gibisinden orta çaplı bir sansasyon ve her karesiyle; hem bilindik hem de tamamen tuhaf olan bir görsel dizayn… Bu bakımdan her dokunuşta taze hissettiren bir öyküden ziyade, bilindik kalıplarda bir öyküyü bambaşka bir perspektiften anlatmayı hedefleyen bir “yönetmen filmi” duruyordu karşımızda. Dolayısıyla Ritüel’in, korku sineması meraklıları başta olmak üzere, azımsanamayacak sayıda sinefili heyecanlandırmış olması hiç de anormal değil. Sadece öncül sarsıntılarıyla bile, iyi veya kötü dünya korku sineması külliyatında kendine has bir yer edineceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Bu bakımdan da mensup olduğum jenerasyona mensup olan sinefillere yer yer Shyamalan’ın kariyerinin başlangıç dönemini anımsatması da haliyle beklendik.

    Aster yedi kısa filmi ve sonrasında karşımıza diktiği bir adet uzun metrajlı yapımla; kendine has kimyasını bulabilmeyi başarmış bir yönetmen. Aster’ın yapımlarını derin kılan en önemli unsur, hiç kuşkusuz aile ilişkileri ve ikili ilişkilerdeki çatlakların çarpıklığını, derinliğini gözler önüne sermesi ve bu hırpani tablonun üzerine ustalıklı bir biçimde örtmeyi başardığı transparan gerilim kumaşıdır. Bu bakımdan da Ritüel ile Ayin arasında hem konsept hem de içerik açısından derin bir duygusal bağ olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.

    Yine de Ayin’in en büyük handikabı, özde “lanetli ev” formatına indirgenmiş gibi duran fakat finale doğru çok hızlı bir biçimde çözüldüğü için izleyicinin kafasını karıştıran bir finale kafasını çarpması olmuştu. Aster’ın nihai amacının çok katmanlı bir öykü yaratmak olduğunu ve bu isteğin de bizi heyecanlandırdığını gizlemek zor fakat yine de direksiyon hakimiyetini yer yer kaybettiğini “hissetmek” anlatının alt katmanlarında bir şeylerin tam olarak yerine oturmadığı hissiyatını yaratıyordu. Bütün bunlarla beraber izleyicinin fikir birliğiyle, türün yüz akı filmlerden biri olarak anılmaya devam edecektir.

    Ritüel ise, hem öykünün içeriği hem de görsel manevra kabiliyeti açısından Ari Aster’ın tam hakimiyet kurma konusunda pek de zorlanmayacağı bir malzemeye sahip. Yakın tarihlerde The Lodge, Sinister, Get Out, The Tribe, Kill List ya da The Sacrament gibi yapımlarda buna benzer temalar ile dans etmiş olsak da; Ritüel’in aşırı parlak görseli, çok farklı türden bir gerilim deneyimi vadediyor orası kesin! Yine Netflix için projelendirilmiş olan Apostle örneğinde de benzer tonların yakalandığını söyleyebiliriz. Fakat bütün bu benzerliklere rağmen Ritüel; akrabalarından ayrı bir noktaya konumlandırılabilecek, çok önemli cevherlere sahip.

    Pagan ritüelleri ile rave kafasını evlendiren, saykodelik dozajı oldukça yüksek bir seyir deneyimi sunuyor Ritüel. Artık kangren olmaya başlamış bir ilişkinin, yaşam destek ünitesi kabilinde değerlendirilebilecek bir pagan ayini deneyimiyle ayakta tutulması; Aster’ın kafa patlattığı ikili ilişki sorunsallarının çok da tesadüfi olmadığını düşündürüyor. İlişkinin her iki tarafının da dengesini sağlayabilmesi adına; hem aralarındaki hem de çevrelerindeki tüm dengeyi bozmayı hedefliyor bir nevi. Bu sebeple de onları, dışarıdan kusursuz görünen fakat ilahi parlaklığıyla içerisindeki çürümüşlüğü gizlemeyi başaran bir topluluk illüzyonun kucağına atıyor. Burada gerçekleşecek mücadelenin iskeleti aynı fakat bu sefer sunum oldukça farklı ve hem türün meraklılarının hem de türe mesafeli olan sinefillerin deneyimlemesini gerektirecek kadar da ayrıksı.

    Ritüel’in güç aldığı noktalar aslında çok belirgin. İlişki içerisindeki iletişim sorunsalı gibisinden başat bir yapı üzerine son derece titiz bir grafik dünya inşa ediyor. Bir şekilde temas edilen her negatif duygu, düşünce; bu yeni cesur dünya içerisinde bir nevi mutasyona uğruyor. Form, içeriden dışarı doğru dengeli bir biçimde değişirken; grafik cazibesi daha da artıyor. Folklore dayalı korku – gerilim kültlerinin yanı sıra, ışıl ışıl ve özgürlük vadeden bir evren tasarlıyor. Bu aydınlık görsellerin her bir çerçevesine ustalıklı bir biçimde sindirmeyi başardığı gerilim unsurlarıyla; alacakaranlık atmosferin tezatına tekabül eden bir aydınlığın tam göbeğinde; en az o atmosfer kadar korkutucu olmayı ve izleyiciyi koltuğa kilitlemeyi de başarıyor.

    Aster, yine Ayin kadar girift olmayı hedeflese de bu sefer ayağı takılmaksızın, dengeli bir biçimde finale kadar yürümeyi başarıyor. İsveç doğasının tüm görsel cömertliğinden ve kültüründen faydalanmayı ihmal etmeyen bir yapı çıkmış ortaya. Zengin teknik tercihleri de göz önüne alındığında, Ari Aster’in asıl amacının, izleyicinin kolektif hafızasında uzun süre yer işgal edecek bir işçiliğe soyunmak olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Hatta James Wan ile birlikte, izleyiciye çarpıcı bir içerik sunmak adına, kitlesini en fazla ciddiye alan isimlerin tepesine tırmandığını bile iddia edebiliriz. Filmi izleyen kimsenin buna itirazı olabileceğini düşünmüyorum.

    Özetleyecek olursak, “stilize” tanımına tam anlamıyla uyduğunu söyleyerek yanlış bir tanım tercihinde bulunmadığımı düşündüğüm; emsallerine oranla fazlasıyla çarpıcı bir “gün ışığı” korkusu var önümüzde. İlerleyen zamanlarda filme atfedilen pek çok değerin abartılı olduğuna dair pek çok şey yazılıp çizilecektir muhtemelen. O süreçte verilebilecek en sert cevap ise, kendinize en son ne zaman çarpıcı bir korku filmi izlediğiniz sorusunu dürüstçe sormanız olacaktır. Eğer tatmin edecek kadar yakın bir zamanda, tatmin edici bir gerilim deneyimi yaşamadığını düşünenlerdenseniz; kesinlikle doğru yerdesiniz!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top