Senaryosunu da, uyarlandığı hikayenin da yazarı olan Theresa Rebeck ile birlikte kaleme alan Simon Kinberg'in yönetmen koltuğunda oturduğu “The 355”, uluslararası istihbarat örgütlerinin kirli çamaşırlarının da ortaya döküldüğü bir aksiyon gerilim olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, görsel efekt ve yeşil perde teknolojilerinin yanı sıra tehlikeli sahnelerde, dublör oyuncuların etkin bir biçimde kullanıldığını gördüğümüz; 40 ile 75 milyon dolar arasındaki bir bütçeyle çekilen bu filme biraz daha yakından bakalım...
Bogota, Kolombiya'nın 150 mil güneyindeki malikanesinde, uyuşturucu baronlarından Santiago (Pablo Scola), oğlu Jeronimo'nun (Marcello Cruz) geliştirdiği, yeryüzündeki her türlü dijital sisteme erişerek şifresini kırabilen bir sürücüyü, suç dünyasının önemli simalarından Elijah Clarke'a (Jason Flemyng) satma peşindeyken; müdahale etmek üzere söz konusu yerleşkenin dışında, gizlice konuşlanarak merkezden talimat bekler vaziyetteki Kolombiya istihbarat örgütü DNI'nın ajanları, taraflar arasında bir uyuşturucu pazarlığı yapıldığını düşünmektedirler...
Kendisine gösterilen kanıtlar sonrasında cihazın düzgün çalıştığından emin olan Clarke silahıyla, önce Jeronimo'yu öldürür ardından da babası Santiago'yu vurur...
Böylelikle de taraflar arasında oldukça kanlı bir çatışma başlar...
Derken...
Bu da yetmiyormuş gibi olaya, silahlı DNI ekibi de dahil olunca Clarke ve adamları, mekanı terk ederek kaçmak zorunda kalırlar...
Ve son derece değerli olan bu sürücü, yaralı vaziyetteki Santiago'ya öldürücü vuruşu da yapan DNI ajanlarından Luis Rojas'ın (Edgar Ramírez) eline geçer...
An itibarıyla CIA Karargahı Langley, Virginia'da ajan Grady (Leo Staar) durumu, Nick Fowler (Sebastian Stan) ile Larry Marks'a (John Douglas Thompson) rapor etmektedir...
Edinilen bilgiler çerçevesinde; sürücü için üç milyon dolar isteyen Rojas'ın kafasında, sürücüye talip olan alıcılarla değiş tokuşu yapmayı kurguladığı Paris'e doğru yola koyulduğu tespit edilmiştir...
Yani ortalıkta ver üç milyon doları, al sürücüyü hali mevcuttur...
Marks bu görevi, ajan Mason "Mace" Browne'a (Jessica Chastain) vererek Fowler ile beraber, balayındaki Joel ve Ethel Lewis çifti rolünü oynayacakları Paris'e gönderir...
Vardıklarının ertesi sabahı Rojas'ın oturmakta olduğu bir kafedeki yan masaya kurulan Fowler ile Mace; Rojas'ın elindeki sürücünün bulunduğunu tahmin ettikleri çanta ile değiştirmeyi planladıkları, içinde üç milyon dolar bulunan çantalarını, kafede servis yapan BND ajanı Marie Schmidt'e (Diane Kruger) kaptırırlar...
Bunun üzerine Paris sokaklarında, dublör oyuncuların ana karakterler yerine devreye girerek filme renk katacakları (ve bunun ilerleyen dakikalarda da devam edeceği); Schmidt'in önde Mace'in arkada olduğu, bir metro istasyonuna kadar süren bir kovalamaca başlar...
Benzeri bir takip trafiği Rojas ile Fowler arasında da yaşanmaktadır...
Çok geçmez devreye, ilk günden bu yana aynı cihazın peşinde olan Kolombiyalı Clarke da girer...
Neyse...
O günkü koşuşturmacalı şehir turu bitmiş ve yorgun argın bir durumdaki Rojas kendini, iki yıldızlı gözlerden uzak oteldeki odasına atmışken birden kapısı tıklanır...
Gelen DNI'ın psikolog doktorlarından Graciela Rivera'dır (Penélope Cruz)...
Berlin, Almanya Federal İstihbarat Servisi BND'nin Karargahında, James Bond tarzı "tek takılmayı" kişisel olarak benimsemiş olan ajan Schmidt, sürücüyü bulma görevine devam etmek amacıyla patronu Jonas Muller'i (Sylvester Groth) ikna etmeye çalışırken Montmartre, Fransa'daki güvenli bir CIA evinde Marks, Grady ve Mace, başarısızlığın soruşturulduğu bir toplantı yapmaktadırlar...
Farkındaysanız, Clarke ve adamlarınca köşeye kıstırılan Fowler toplantı da ortalıklarda değil...
Zira Marks'ın söylediğine göre öldürülmüştür...
Artık Mace için bu görev, doğrudan CIA adına değil de gayrı resmi olarak yerine getirilecek olsa da Fowler'ın intikamının alınacağı bir iş haline gelmiş olup derhal Londra'ya giderek eski MI6 ajanı Khadijah "Dij" Adiyeme'yi (Lupita Nyong'o) bulur...
Çünkü kendisi gibi aktif görevde olmayan bir yardımcıya gereksinim duymaktadır Mace...
Biraz dirense de Fowler'ın öldürüldüğünü duyunca ikna olan Dij ve Mace, Paris'e dönerler...
Dakika 34...
Aslında kozlarını paylaşacak olan tüm taraflar artık, eksiksiz olarak Paris'tedir...
Geride sizleri, Marakeş ile Rabat (Fas) ve Şanghay'da da (Çin) oldukça hareketli sahnelerin yaşanacağı; "ters köşe" ayrıntılarla dolu bir final bölümünü de içeren 88 dakikalık bir kısım daha bekliyor olacak...
Özellikle de, (vakti zamanında Fan Club yöneticiliğini de yaptığımız yeri doldurulamayan büyük usta Cem Karaca'nın ünlü sahne alıştaki ilk tümcesiyle) aksiyon meraklısı "Genç ve her zaman genç kalan" sinemasever dostlara, "Ocean's Eight" (2018) ile aynı isimli efsanevi TV dizisinden (1976 - 1981) üretilen “Charlie’s Angels" ı da (2019) anımsatan bu filmi gönül rahatlığı ile önerebiliyoruz...
Yeter ki, çok büyük beklentilere girmeyin ve verilen düşük puanlar ile yapılan olumsuz yorumlara aldırmadan, birbirinden şöhretli isimlerden oluşan bu kadronun çıkarttığı işin tadını çıkartmayı bilin...
Sinema denilen ve temel ereği, düpedüz "hayal sattığı" insanları eğlendirmek olan sanat da o değil midir gerçekte zaten?
O yüzden de lütfen takılmayın ve hatta aldırmayın, "Mantık hatalarıyla dolu bir öyküsü vardı" veya "Baş rolleri de, en başından sonuna kadar dublörler oynadı" diyen "tipi tip" eleştirmenlere...
Keyifli seyirler,