Annabelle: Korku Evreni Genişlerken
Yazar: Fatih YürürYanılmıyorsam, The Conjuring kültü, sinema tarihinde görüp görebileceğimiz en hızlı biçimde kendi öykü evrenini dizayn etmeyi başaran seri olabilir. Modern korku sinemasının en maharetli yaratıcılarından biri olan James Wan'ın şahlandırdığı 2013 tarihli The Conjuring ile başlayan bu serüven; Bu hafta sinema salonlarımızı ziyaret eden Annabelle 3 ile birlikte bir kaç yüz metreküp daha genişlemeyi başardı.
Korku - gerilim arenasına armağan ettiği bunca mahsulün ardından rahatlıkla iddia edebiliriz ki, Wan'ın altın yumurtlayan tavuk yaratımı konusunda özel bir yeteneği var. DVD arenasında keşfedildikten sonra her Cadılar Bayramı'nda yeni birer halka edinen Testere serisinde kendisinin "sattıran fikirler" inşa etme konusunda sıkıntı çekmediğine yeterince ikna olmuştuk. Lakin ilk halkasından itibaren, bugün adlandırıldığı biçimiyle "The Conjuring Universe" formatına evrileceği belli olan taze soluklu korku silsilesi, bu düşüncemizin en sağlam destekçisi haline geldi.
Aslında Wan'ın bulduğu ve öykülerini harekete geçiren metotlar hiç de girift değil. Tam tersine, şişkinliklerden kurtulmuş, ari, fakat tesir konusunda da her daim iddialı. The Conjuring ile birlikte, 70'lerin korku konseptini ve dokusunu 2013 yılına doğru çekiştirirken Annabelle ve The Nun gibisinden, grafik anlamda zengin ve etkileyici potansiyelleri verimli kullanabilmesi; kendisinin anahtar özelliği diyebiliriz. Aslında bizzat vücuda getirdiği halde iplerini elinden bırakmadığı Insidious serisinde de bahsi geçen bu niş objeleri, karakterleri ya da kültleri kullanma konusundaki ısrarını sürdürmesini de ayrıca takdir etmek gerekir. Tam da bu sebeple kendisini, aynı jenerasyona mensup korku yönetmenlerinden çok daha farklı bir yere konumlandırıyoruz.
Nihayetinde yaklaşık birer yıllık aralıklarla Annabelle, The Conjuring 2, Annabelle: Kötülüğün Doğuşu ve The Nun filmlerinin gelmesiyle birlikte öykü evreni, tam da serinin kronik takipçilerinin beğenilerine oynayacak şekilde -fakat ne yazık ki asla tam anlamıyla tatmin sağlayamadan yolculuğuna devam etti. Aslında bahsettiğim "tam anlamıyla izleyiciyi tatmin edememe" özelliği serinin efsunu haline geldi. Çünkü içerik tatmin etmese bile "servis ettiği ikonlar" sebebiyle, tam da 80'ler korku sinemasının boşluğunun dolduracak, o dönemin rotasyonunu elde edebilecek, dinamik, hızlı tüketilebilir fakat kollektif hafızalarda uzun süre yer edinebilecek niteliğe kavuştu.
Annabelle, ilk etapta sadece The Conjuring'in spin-off çeşitlemesiydi. Fakat ana hikaye, o kadar fazla sayıda nitelikli ikon üretti ki, spin-off formatları çok hızlı bir biçimde paketlenip vitrinlerdeki yerlerini aldılar. Hatta yakın tarihte bu aileye The Conjuring 2 ile birlikte hayatımıza dahil olan The Crooked Man de eklenecek! Anlayacağınız ailenin büyüyüp serpilmesi, önümüzdeki bir kaç yıl boyunca da hız kesmeden sürecek.
Annabelle, ailenin kapsam kümesi olan The Conjuring'in "açıklamalı" içeriğinin aksine, doğaüstü ögelerini bir bilmece etrafında toplayan, izleyiciyi diken üstünde tutmayı başarabilen ve son derece işleyen bir fikir üzerine inşa edilmişti. Yönetmen koltuğuna, pek çoğu James Wan ile güç birlikteliği şeklinde değerlendirilebilecek münferit gerilim filminin görüntü yönetmenliğini üstlenmiş olan John R. Leonetti'nin oturduğu ilk film, her ne kadar izleyicilerden geçer not alamasa da bu gizemli "oyuncak bebek kültü" izleyicinin karşı koyamadığı bir suçlu zevk olmayı başarmıştı. Hatta bir süre sonra bu yan ürün, ana yemeğin bile önüne geçebilecek kadar çok konuşuldu.
Warren ikilisinin anlatılarını zenginleştiren Annabelle'in hikayesi, eldeki basit ve işler fikirleri köpürterek yoluna devam etti. "Annabelle: Kötülüğün Doğuşu", hem öykü evrenindeki bu yeni ikonu tanıtma yükünden bağımsız olması, hem de elindeki materyali katmanlandırması adına öncülünden daha başarılı bir profil yakaladı. Özellikle The Conjuring Evreni'nin yakın takipçilerini mükafatlandıracak detaylar sebebiyle, zenginliğini biraz daha hissettiren bir mahsul duruyordu artık karşımızda. Bu başarı, aileye yeni bireyler eklerken Annabelle serisinin üçüncü halkasının da "eve dönüş" biletini sağladı.
Serinin son halkası olan Annabelle 3 ise öykü evreninin miti ile Annabelle kültünü kaynaştıracak cinsten bir hikaye sunarak bir nevi kendi içerindeki üçleme döngüsünü tamamlıyor. Yeniden "aileye musallat olan kült" sularına dönüyor üstelik bu sefer hedef olarak da Warren çiftini belirliyor! Kendi içerisinde deneysel fikirler bulan yan öyküyü; eve dönüş fikrinin kenarına dikerek; izleyici dostu bir rota çiziyor.
Bulunduğu ortamdaki tüm kötü ruhları harekete geçirmesiyle ünlü olan Annabelle'i evlerine almak, Warren çifti gibisinden uçuk karakterler için bile fazlasıyla marjinal bunu kabul edelim! Hele ki bir de Annabelle dehşetini bitirebilmek adına onu markajda tutmak gibisinden ilginç bir sebep, bir okült deneyi için bile fazlasıyla absürt... Absürt ama işlemediğini iddia etmek pek de mümkün değil. Hatta bütün çarpıklığına rağmen tam da izleyicinin istediği şey! Bu tıpkı, gecenin bir vakti, tavan arasından tıkırtı duyan bir çocuğun, ebeveynlerini uyandırmadan olay mahaline gitmesi gibi bir şey!
Bu sefer kameranın arkasına oturan isim; kültün de yaratıcılarından biri olan Gary Dauberman... Dauberman'ın mahareti, The Conjuring Evreni'nin yanı sıra sıfır kilometre "O" filminde de kendisini göstermiş olsa da aslında düşük maliyetli, işeyen klişeleri harekete geçirebilme gibisinden doğal bir yeteneğe sahip olması. İzleyiciden aşağı yukarı benzer tepkileri toplayacak olan yeni Annabelle filmi için de durum pek farklı olmayacaktır. Serinin devamı açısından umut verici olan, fakat öykü evreni adına zirve noktası olan ikinci filmdeki cesarete sahip olup olmadığı konusunda bazı soru işaretleriniz olabilir.
Üçüncü filmin odağında, Warren çiftinin 10 yaşındaki kızları Judy yer alıyor. Annabelle'in karanlık ordusunun hedefi olan Judy; filmin yükünün önemli bir kısmını sırtlanıyor. Nihayetinde bir Poltergeist klonu olmanın biraz daha ötesinde, hibrit bir korku - gerilim vitrini duruyor karşımızda. Geçerliliğini çok hızlı bir şekilde yitirecek olan "kutsal cam" ile Annabelle'i muhafaza etme klişesini de ardından bırakır bırakmaz, dramatik dozajı hiç de hafife alınmayacak bir gerilim güzellemesine doğru evriliyor.
Kültün savaş alanını değiştiren Annabelle 3; kült ikonunu deplasmana konumlandırırken, daha serinin ilk halkasından itibaren, izleyici üzerinde tehlikeli bir güven sindiren Warren ailesinin, bu mücadeleden aldığı her yara ile birlikte gerilimi bir merhale daha tırmandırmayı başarıyor. Nihayet her şey sona erdiğinde; serinin ve korku - gerilim arenasının yüz akı kabul edilebilecek, yine serinin sıkı takipçilerinin ödüllendirmekten geri durmayacağı, fakat "izleyicinin filmin önüne geçmeye başlayan öngörüleri" sebebiyle de her alımlayıcıyı aynı oranda tatmin etmesi şüpheli bir yapım çıkacak ortaya. Bir sonraki karşılaşmaya kadar, koyabileceki en sert noktayla molaya çıkıyor sevgili ve bir o kadar lanetli bebeğimiz; Annabelle!