Senaryosunu da, Ramata-Toulaye Sy ile beraber kaleme alan Guillaume Giovanetti ile Çağla Zencirci'nin yönetmen koltuğunda oturmakta oldukları “Sibel”; neredeyse "orta çağda donup kalmış" derecedeki geleneksel yapılardaki ataerkil toplumlarda, kadınlar üzerinde kurulan baskıya yönelik bir isyanın resmedildiği...
Ve...
"Kadın ile erkek eşit mi?" diye sorulduğunda da...
Bir erkeğin dört kadınla evlenebildiği, bir erkeğe karşı iki kadının şahadetinin esas alınarak; kadına, mirastan da erkek kardeşinin yarısı kadarının hak olarak sunulduğu veya sunulmaya çabalandığı coğrafyanın parçalarından birinden...
Kadının acılarının, şahane bir anlatımla paylaşıldığı bir drama olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz...
Kendine, Toronto Uluslararası Film Festivali'nin; "Çağdaş Dünya Sineması (Contemporary World Cinema)" kısmında da yer bulabilen, Fransa, Almanya, Lüksemburg ve Türkiye ortak yapımı olan bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Konuşma engelli olması sebebiyle, başta...
Birlikte yaşadığı babası bakkal işletmecisi ve köylerinin muhtarı da olan Emin (Emin Gürsoy) ile arasının...
Bülbül gibi şakıyarak konuşabiliyor olması sebebiyle, kendisini kıskandığına inanan ve sırf o yüzden de...
Aralarının bayağı bir limoni olduğu anlaşılan lise öğrencisi kız kardeşi Fatma (Elit İşcan) olmak üzere...
Giresun'a bağlı bir ilçe olan Kuşköy'deki köylerinde tanıdığı diğer insanlarla iletişim kurabilmek için...
Karadeniz dağlarının eteklerinde çay toplayan kadınlarının, geleneksel bir haberleşme dili haline getirdikleri ıslık çalma yöntemini benimsemiş olan yirmili yaşlarının ortalarındaki Sibel (Damla Sönmez)...
***
Ne yazık ki...
Gelin adayı Çiçek (Şevval Tezcan) örneğinde olduğu bir biçimde...
"Uğursuz" olduğu gerekçesiyle, birlikte çay topladığı kadınlarca dışlanarak kendilerinden uzakta tutulmaktadır...
***
Zira...
Doğuracakları kendi çocuklarının da, "bir öcüyü" andıran Sibel'e benzemesinden korkmaktadırlar...
***
Neyse...
Sırtındaki bir silahla, dağın yamaçlarındaki ormanda...
Tuzaklar da kurduğu, bir kurdun peşinden de dolanmakta olan Sibel'in...
Narin (Meral Çetinkaya) adında...
Evde kalmış, sırdaşı da olan bir arkadaşı da bulunmaktadır...
***
Köyde...
Kendisini terk ederek kaçıp gittiği söylentisinin yayılmış olduğu sevgilisi Fuat'ın adını sıklıkla anıp durmaktan asla vazgeçmeyen ...
Aklını yitirmiş vaziyetteki Narin'in ziyaretine gittiğinde Sibel, yaşlı dostunun sobasının odunlarını da kırmaktadır...
***
Bu arada...
Köydeki komşularından Çiçek ile Ahmet'in düğünleri olduğunu...
Ancak...
Kız tarafının kına gecesine sadece Fatma'nın...
Erkek evine de Emin'in gidebildiklerini görüyoruz...
***
Kendisine bir vebalıymışçasına davranılan Sibel, bu türden toplumsal aktivitelere de dahil edilmemektedir...
***
Yeri gelmişken...
Bölgedeki tüm kadınlar baş örtüsü takarlarken...
Hatta babaları Emin, küçük kızı Fatma'ya okul dışında da taktırırken...
Başı açık dolanan Sibel'e, kimsecikler karışmamaktadır...
***
Yine bir gün...
Takıntı haline getirmiş olduğu kurdu avlamak gayesiyle ormana giden Sibel...
Elindeki silah ile duyduğu tıkırtıya hamle yaptığında karşısına, kendisini; içine kurt için tuzak yiyecekler yerleştirdiği çukurun içine yuvarlayacağı, genç bir erkekle karşılaşır...
***
Telaşla olay mahallinden uzaklaşarak koşmaya başlayan Sibel...
Yolda...
Bir terör şüphelisinin peşinde olan jandarmalar (Ferhat Recep Başaran, Kazım Yılmaz) ile konuşarak yürümekte olan babası muhtar Emin'e rastlasa da...
Biraz önce yaşananlardan, onlara söz etmez...
***
Ama...
İçi içini yiyen Sibel, yeniden o çukurun yanına döndüğünde...
Bu kez çukur bomboştur...
Az evvel, içinden çıkamayan delikanlı...
Çoktan gitmiştir bile...
***
Yandaki kırık dökük kulübeye de bir göz atan Sibel...
Orada da kimsecikleri göremez...
***
Derken...
Biraz ilerlediğinde...
Yaralanarak kan da kaybetmiş olan delikanlının yerde yatmakta olduğunu fark eden Sibel; ona dokunduğunda, ani bir karşı tepki alsa da...
Gücünü iyice yitirmiş olan delikanlı, bir kez daha kendinden geçerek bayılır...
***
Böyle olunca da...
Sürükleyerek kulübenin içine taşıdığı delikanlının bacağındaki yaraya Sibel, ağzında çiğnediği yaş çay yapraklarıyla pansuman yapar...
Ve...
Nihayet...
Ayağa kalkamasa da, sırtını dayadığı yerde kendine gelmesini sağlar...
***
Çok geçmez...
Sibel, ormandaki kulübede gizlenmekte olan delikanlıya; yiyecek içecek ve ilaç da taşımaya başlar...
***
Delikanlının kimliğini merak ederek üzerini aramaya kalktığında da Sibel; kendisine tepki gösteren delikanlıya, konuşarak karşılık vermek yerine ıslık çalmakla yetinecektir...
***
Uzatmayalım...
Gerek Sibel gerekse de bizler...
Delikanlının adının Ali (Erkan Kolçak Köstendil) olduğunu öğrenirken...
Daha çocuk yaşta sayılabilecek kız kardeşi Fatma'ya, görücü gelmiş ve Sibel bu gelişmeye, hem şaşırmış hem de öfkelenmiştir...
***
Anlatımımızı noktalamadan...
Ardında olduğu kurdu bir türlü yakalayamayan Sibel, ormandaki kurda ait olduğunu düşündüğü...
Fakat...
Vakti zamanında, linç edilerek öldürülmüş bir insanın kemiklerinden ibaret olduğu...
Aynen Ali'nin de işaret ettiği gibi, apaçık ortada olan kemik parçacıklarını toplayarak temizlediğini de belirtmiş olalım...
***
Çünkü savrulmalarını sürdürmekte olan Sibel kafasında...
Bunları köyün ahalisine, "Evet bulamadım... Ama bakın, ormandaki kurt ölmüş zaten..." söylemine kanıt olarak sunmayı planlamaktadır...
Dakika 35...
Filmin, anlatılanların tamamını oldukça net bir vurguyla özetleyen; "Sus Payı" isimli şarkısının sözlerini yazıp seslediren Pi'nin, şarkısının sözlerini yazma sürecini...
"Sibel'in sadece ıslık diliyle konuşabilmesine ve toplumdan dışlanmasına rağmen 'Ben varım ve tam da buradayım' duruşu beni çok etkiledi... Ve hemen filmin bitiminde kalemimden kağıda aktı sözler... Bu filmin sesi olmak, Sibel'in sesi olmak benim için çok gurur vericiydi... Toplumda değinilmesi gereken bir konuyu işleyen bu film aslında tüm dünyadaki kadınlara örnek nitelikte... Bazen yaşadığımız acı verici olaylar bizi daha güçlü kılar... Aradığımız ışık sadece kendi içimizde saklıdır..."
Şeklinde tanımladığı filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; ters köşe sürprizleri de bünyesinde barındıran, 60 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,