Zaferler kalıyor geriye, acıları iyileştirince..
Yazar: Hande KaraDünya prömiyerini 72. Cannes Film Festivali’nde gerçekleştiren, Pedro Almodovar’ın son filmi Dolor y Gloria (Pain and Glory / Acı ve Zafer) yönetmenin kendi hayat hikayesinden kesitler taşıyan, çok kişisel bir film. Ancak bu kişisellik asla seyirciyi dışarıda bırakan türden bir kişisellik değil. Aksine oldukça samimi, kendinizi bir dostunuzu dinliyormuşsun gibi hissettiğiniz ve bir zaman sonra neredeyse ağrılarına bile ortak olmaya başladığınız dostunuzun hikayesinde kaybolduğunuz bir kişisellik.
1960’lardan günümüze uzanan hikayede, parlak yıllarını geride bırakmış bir yönetmenin çocukluğundan anılarla günümüze tutunmasını, yaşadığı en tutku dolu ilişkiyi ve aile bağlarını itiraflarla dolu bir şekilde, bir kendinle hesaplaşma olarak Almodovar’a yakışan bir renk skalası eşliğinde izliyoruz. Antonio Banderas’a (Salvador Mallo) Cannes’da “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazandıran Acı ve Zafer’in diğer başrollerinde Penelope Cruz, Cecilia Roth, Asier Etxeandia ve Leonardo Sbaraglia yer alıyor.
Laberinto de pasiones (1982) sonrası araları açılan Fabio Mcnamara ile olan dostluğu perdeye taşıyan film, elbette bir başka film ve karakter isimleri üzerinden ilerliyor. Film; Salvador ve yıllar önce birlikte çalıştığı eski dostu Alberto Crespo’yu bir film festivali söyleşisinde bir araya getirmek istiyor ve Salvador’un da geçmişe yolcuğu başlamış oluyor. Çektiği dayanılmaz ağrıları unutmanın yolunu Alberto sayesinde bulan Salvador, annesini de kaybetmesinin ardından kendini kapattığı evinde yeniden misafir ağırlamaya başladığında ve geçmişle her yüzleşmesinde aslında biraz daha biraz daha hayata tutunuyor.
Filmin en öne çıkan tarafı kuşkusuz Antonio Banderas’ın oyunculuğu, Almodovar belli ki Banderas’ı çok da yönlendirmek zorunda kalmamış, ipleri bırakmış. Almadovar’ın senaryosu Salvador’a güzel bir kapanış fırsatı veriyor aslında. Elbette eski tutkulu aşık Federico’nun bir anda Alberto’nun tek kişilik oyununda olup, Salvador’un karşısına dikilmesi, biraz fazla tesadüf meleklerini işe karıştırıyor ama olsun. Bazen hayat da sürprizlerle dolu değil mi?
Uzun zamandır Almodovar ile birlikte çalışan görüntü yönetmeni José Luis Alcaine’nin dokunuşlarıyla, bazı sahneler adeta bir sanat eserine dönmüş. Örneğin Salvador’un henüz 9 yaşında küçük bir çocukken, evdeki işlere yardım eden Eduardo’yu banyo yaparken gördüğü sahnenin, yıllar sonra perdeye yansıyışı bu fikrin en büyük destekçisi.
Filmin sürprizli sayılabilecek sonu ( sayılabilecek diyorum, çünkü Salvador’un annesinin yaşlı halini gördüğünüzde Penelope Cruz’un oynadığı gençliğine hiç de benzemediğini, göz renklerinin bile farklı olduğunu hemen farkedebiliyorsunuz.) izleyiciyi biraz daha keyiflendirirken, Almodovar’ın da adeta verdiği "bu son değil" mesajı salondan mutlu ayrılmamızı sağlıyor. Sanat dolu bir hayatı, sanatla perdeye aktaran Acı ve Zafer’in zaferi kalıyor geriye, acıları iyileştirince.