Senaryosunu, filmde küçük bir rol üstlenmesinin yanı sıra bazı eserlerinde Henry Chinaski adını da kullanan Charles Bukowski'nin kaleme aldığı "Barfly", yönetmen koltuğunda Barbet Schroeder'in oturduğu "yarı otobiyografik" bir drama olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, Bukowski'nin "alter egosu" yani bir anlamda Cicero'nun deyimiyle ikinci benliği olan Henry Charles "Hank" Chinaski karakterini canlandıran Mickey Rourke'un "abartıya" kaçtığını düşündüğümüz performansını; konuştuğu her saniyesinde fazlasıyla "ağdalı" hatta biraz "yapış yapış" da bulduğumuz İngilizce kullanımı eşliğinde izleyince Bukowski'nin bu rolde Sean Penn'i görmek istemesinin temel nedenini çok daha iyi anladığımız bu filme biraz daha yakından bakalım...
Zira her şeyden önce gerçek hayattaki Bukowski'nin İngilizce aksanı kesinlikle Rourke'unki kadar, kelimeleri dikkat çekici bir biçimde "ezen" türde değildi...
Neyse, yine de devam edelim filmimize...
Barın arka sokağındaki, artık günlük bir rutin halini almış olan ve çıplak eller ile yumruk yumruğa yapılan kuralsız bir dövüşte Eddie (Frank Stallone), Henry'i çok fena pataklayarak kanlar içinde yere serer...
Ama bu durum dahi, herkesin kahvaltı yaptığı bir saatte iflah olmaz bir alkolik olan Henry'nin, Jim'in (J.C. Quinn) kendini müşterilerine, "Dost Canlısı Bir Mekan / A Friendly Place" olarak sunan ve ismen bize İstanbul'u anımsatan barı "The Golden Horn"a gidip içmeye başlamasına engel de oluşturmaz...
Ancak iki duble beleş içkiyi peş peşe yuvarlayan Henry'i Jim, biraz dinlenmesi gerektiğini söyleyerek birkaç blok ötedeki tek göz odasına doğru postalar...
Biraz dinlenip kendine geldikten sonra uyanarak tuvalet ihtiyacını gidermek üzere koridora çıktığında Henry'nin odasına, Henry'nin masasının üzerindeki notların fotoğraflarını çeken bir Özel Dedektif (Jack Nance) girer...
İhtiyaç molası dönüşünde yanlış odaya girdiğini biraz geç olsa da fark eden Henry, hazır girmişken buzdolabından bir miktar yiyecek ile irice bir şişe şarabı alıp kendi odasına götürmeyi de ihmal etmez...
Böylelikle depoyu yeniden fulleyerek alkol ihtiyacını kısmen gideren Henry, henüz öğlen vakti olmasına rağmen barmenliğini Eddie'nin yaptığı, Jim'in barına geri döner...
Elbette akşam olduğunda yine sokağa çıkılacak ve açılan bahisler eşliğinde Henry ile Eddie'nin yumrukları son sözleri söyleyecek fakat bu kez yere serilen Henry değil Eddie olacaktır...
Dövüşün ardından Eddie'nin itirazı sonrasında Jim'in mekanında kendisine servis yapılmayınca Christ'in (John Forker) Kenmore isimli barına giden ve sorduğunda da Christ'ten çılgın bir kişiliğe sahip olduğunu öğrendiği Wanda Wilcox'un (Faye Dunaway) yanına, hiç tereddüt göstermeksizin doğrudan giderek oturur Henry...
Sadece bir duble viski ısmarlayabilecek kadar parası bulunan Henry'i terslemek yerine yanına katarak yolun karşısındaki markete götüren Wanda; Wilbur Evans'ın kişisel hesabından 23,80 ABD doları karşılığında 6 kutu bira, 2 şişe viski, 2 paket sigara ve 2 puro alarak, polisle küçük bir pürüz yaşadıktan sonra beraberce kapağı Wanda'nın dairesine atarlar...
Geceyi birlikte geçirdikten sonra Wanda Henry'e aynı evi paylaşmayı önerir...
Tam her şey rayına oturdu derken Wilbur'dan Wanda'ya gelen telefona Henry müdahil olunca; tüm işi gücü gün boyu içmekten ibaret olan iki çulsuz, mevcut gelir kaynaklarını da kaybetmiş olurlar...
Jim'in barına giderek vergi iadesi çekini bozduran Henry, paranın bir kısmını kira ücreti olarak Wanda'ya verip bir kısmı ile de barın müdavimlerinden Lilly'e de (Roberta Bassin) viski ısmarlamasının ardından iş görüşmesi yapmak amacıyla bardan çıkarak gidecekken kapıda, Tully Sorenson (Alice Krige) ve odasındaki notları fotoğraflayan Dedektif ile karşılaşır...
Kim midir bu Tully?
Dakika 45...
Geride sizleri, Henry'nin tüm yaşamını değiştirecek olan Tully dahil daha pek çok husus hakkında bilgileneceğimiz 55 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Yorumlarımıza, vakti zamanında sinema salonunda vizyona girdiği gün sıcağı sıcağına izlediğimiz bu film kadar buram buram alkol ve sigara dumanı kokan bir başka Charles Bukowski uyarlaması olan "Factotum" (2005) ile devam edeceğiz...
Lütfen beklemede kalın...