Genç bir balerinin yolculuğu
Yazar: Ali ErcivanCinsiyet geçiş sürecindeki 15 yaşında bir balerinin hikayesini anlatan Kız (Girl) filminin bir trans eleştirmenin kaleminden çıkmış kritiğini okuyabilmenizi isterdim. Türkiye’de böyle bir yazı yayınlanır veya panel düzenlenirse, olasılıkla Kaos GL, Lambda Istanbul gibi gruplar aracılığıyla haberimiz olur. Bu film hakkında onların sesini duymak, benim söyleyeceklerimden her halükarda daha kıymetli olacaktır.
Nora Monsecour adlı balerinin gerçek öyküsünü anlatıyor Kız. Yönetmen Lukas Dhont, onun başına gelenlerden bir gazete haberi vesilesiyle haberdar olmuş. Filmin merkezindeki karakterin adı Lara. Cinsel kimliğini kız / kadın olarak inşa etmiş, taksi şoförü babası ve altı yaşındaki erkek kardeşi tarafından da öyle kabul edilmiş. Ameliyatına gidecek yolda, hormon tedavisi görmeye başlıyor. Ancak bu esnada bir dans okuluna da kabul ediliyor. Ergenliğin getirdiği fiziksel değişimleri yavaşlatmak amacıyla aldığı ilaçlara rağmen, bale sınıfındaki diğer kızlara ayak uydurmakta zorlanıyor.
Arkadaşlarının, öğretmenlerinin, akrabalarının, doktorlarının desteğine sahip Lara. Film zaman zaman bir trans filminden bekleyeceğimiz klişelerin işaretini vermesine veriyor... Bir rol için Lara seçilince ona kötü bakmaya başlayan bir iki kızın bakışlarının nereye varabileceğini veya yaşadığı apartmanda yakınlaştığı oğlanın onunla ilgili gerçeği anlasa neler olabileceğini tahmin ediyoruz. Fakat yönetmen, bu klişe yolların hiçbirine sapmıyor. Lara’nın kendi iç çatışmaları üzerinden ilerliyor. Bale eğitimi için göstermesi gereken adanmışlık, onu bedenen yorup ameliyatı için ihtiyaç duyulan şartları engellemekte. Doktor kontrolünde de olsa bir ergenlik süreci yaşıyor Lara. Ve çevresindeki herkesin telkinlerine rağmen, geçişi bir an önce tamamlamak için sabırsız. Bu da onu içten içe tüketen, mutsuz eden bir faktör.
Yurtdışında, özellikle Amerika’da, trans eleştirmenler öykünün merkezindeki kızın bir cisgender (yani doğduğu biyolojik cinsiyetiyle inşa ettiği toplumsal cinsiyeti aynı) aktör tarafından canlandırılmasını eleştirdiler. Trans oyuncuların kendi tecrübelerini perdede kendileri aktarma fırsatından mahrum edilmesi üzerinde durdular. Haklı bir serzeniş bu elbette ama 15-16 yaşlarında, hem bir trans bireyi canlandırıp hem de ileri düzeyde bale yapabilen oyuncu bulabilmek kolay değil. Pratik sürecin dayattığı bir tercih bu, kaçınılmaz belki. Ve neticede başroldeki Victor Polster olağanüstü bir performans sergiliyor.
Fakat bir başka eleştiriye ben de katılmadan edemeyeceğim. Lukas Dhont’u bu projeye çeken gazete haberindeki mevzunun, filmin finali olduğu muhakkak. Genel seyirci üstünde sarsıcı etkisi olan ve filmin dikkat çekmesini sağlayan olayı burada yazmayacağım. Dhont bütün filmi o finale doğru kuruyor aslında. Ve film boyunca, genç bir kızın hikayesini anlatırken, kamerasını tekrar ve tekrar oyuncunun cinsel uzvuna çeviriyor. Sürekli seyircisine onun aslında bir penisi olduğunu hatırlatıyor, gösteriyor, unutturmuyor. Bu ısrar, öykünün varacağı noktayı beslemekten çıkıyor, bize “aslında kız değil” der durur hale geliyor. Oyuncunun cinsel organını, onu saklamak için aldığı önlemleri, onunla ilişkisini bu kadar perdeye taşıyarak, kanımca Dhont tek kelimeyle hadsizlik ediyor. Ve yer yer kendini çok tekrar etse bile genel itibariyle ustalıkla çekilmiş bu filmin samimiyetini sorgulatır hale geliyor. Lukas Dhont’un sansasyonel bir filmle uluslararası başarı peşinde bir fırsatçı olup olmadığını düşündürecek kadar...
Twitter: aliercivan