Farklı bir deneyim!
Yazar: Burçin AygünSosyal medyanın dünyayı tam anlamıyla ele geçirdiği günümüzde, sinema sektörü de bekleneceği gibi bu tema üzerinden bolca film üretti. Bunlardan bazıları bu mecraların dikkatsiz kullanıcılar için büyük acılara sebep olabilecek kapıları açabileceğini, bazıları da işin daha kurgusal kısımlarını ele aldı. Sanal dünyanın gerçek sapıkları, pedofiller, katiller ya da dolandırıcıların yanında doğaüstü güçlerin bile farklı formlarda karşımıza çıktığına tanık olduk. Bu hafta vizyona giren Antisosyal 2 filmi ise işi daha çok bilimkurgu temeli üzerinden ilerletmeyi tercih eden, korku ve gerilim türündeki bir proje.
2013 senesinde vizyona giren Antisosyal filmi, ilginç hikayesi ve ortalamanın üstündeki oyuncularıyla belli bir kesimin büyük beğenisini kazanmıştı. The Red Room adlı bir sayfa üzerinden birbirine ‘bağlanan’ kullanıcılar, mecra üzerinden bir virüse maruz kalıyor ve bir bakıma zombiye dönüşüyordu. Dijital dünyanın virüsü kısaca fiziksel düzlemde de hayat buluyor, insanların bedeninde tümöre evriliyordu. Doğru düzgün düşünemeyen, saldırgan ve ‘bulaşmamış” herkesi yok etmeye kararlı bir kitle. Sam (Michelle Mylett) ilk filmin sonunda acı içinde bayılıyor, sırada ne var derken buluyorduk kendimizi.
Antisosyal 2 filmi, önceki bölümü kısaca özetleyerek başlıyor. İlk kısımda Sam’in birkaç aylık hamile olduğunu, bebeğinin doğum ardından çalındığını görüyor, aradan geçen 2-3 senede kahramanımızın arayışından vazgeçmediğini anlıyoruz. Sam bebeğinin peşine düşmüşken genç bir kız olan Bean (Josette Halpert) ile tanışıyor, bir süre sonra da virüse çözüm arayan bir tesise kapatılıyorlar. Testler ve işkence süreci derken The Red Room’da devam eden ‘güncelleme’ sonuna yaklaşıyor. Bu güncelleme yüzde 100 oranına ulaştığında ne olacağını ise kimse bilmiyor. Bu dijital kıyamet sürecinde ise Sam, Bean ve yardımcı olmak isteyen bilim insanı Max (Stephen Bogaert) işlem sona ermeden bu merkezden kaçıp, her şeyi sonlandırabileceğini öğrendikleri kayıp oğulu kurtarmak zorunda.
İlk bölümü hatırlayacak olursak Antisosyal 2 daha çok işin perde arkasına ağırlık veriyor. Virüsün kaynağı, insanlara yaptıkları, yaşanan dönüşümler, ‘tam bağlanma’ ve hedef gibi öğeler hikayenin odağı olmuş. Hayatta kalma serüveni her ne kadar devam etse de, bu kez işin hikaye kısmına daldığımız için gerilimin yoğunluğunda düşüş söz konusu. Ölümle burun buruna gelinen anlar, rahatsız edici olabilecek işkence sahneleri, dikkate değer gore öğeleri ve Sam rolündeki Michelle Mylett’in leziz performansı yapımın en güçlü tarafları. Keza sunulan moral bozucu atmosfer, ümitsizlik hissi ve heyecan da Antisosyal 2’yi izlenmeye değer bir proje haline getiriyor.
Diğer yandan gizemli hikaye ve sırları anlatmak için harcanan çaba yetersiz kaldığı için ikinci yarıya doğru tempo düşüyor, türün sevenleri için tatsız dakikalar başlıyor. Keza Stephen Bogaert’ın diğerlerine nazaran zayıf kalan performansı da bunu perçinliyor.
Antisosyal 2 önceki bölüme göre zayıf kalan, buna rağmen kendine has artılara sahip, türü sevenler için eğlenmek adına tercih edilebilinecek, farklı bir deneyim sunuyor.
burcinaygun@gmail.com