Zor Zamanların Savaşçılarına Övgü
Yazar: Onur ÇakmakAile, hemen her insanın içinden geçmek zorunda olduğu gür bir orman gibi. Bu, büyük kalabalıklar için tüm patikaları önceden belirlenmiş, aynı tür ağaçların bulunduğu kadim bir ormanken; şanslı azınlıkların daha az zahmetle kendi yollarını buldukları, kendi köklerini saldıkları, endemik türlerin palazlanabildiği bir orman olabiliyor. Uzun ve çetrefilli bir süreci genellikle büyümeyle savaşarak geçiren insan, burada bazen kendisinden beklenen rollere giriyor, bazen maskeler takıyor, en önemlisi kişiliğinde derin izler bırakan anlar, olaylar yaşıyor. Bastırılan duygular, söylenemeyen sözler, otosansüre uğrayan birçok ifade… Eğer fiziksel şiddet de bu hallere eklenmişse, kalıcı duygudurum bozukluklarına ve travmalar ortaya çıkıyor. İşte Şeker Çocuk'ta da (Honey Boy), Shia LaBeouf’un “ormanına” misafir oluyoruz.
Henüz 34 yaşındaki kariyerli oyuncuyu yakından takip edenler, kendine has tarzından, hareketli hayatından haberdardır. Son olarak 2017’de alkollü taşkınlıktan dolayı tutuklanan ve 10 haftalık rehabilitasyona yönlendirilen Shia’ya, travma sonrası stres bozukluğu tanısı konulmuş, programdayken aldığı notlarla senaryoyu oluşturmaya başlamış. Film, genç oyuncunun çocukluğundan gençliğine, eski bir palyaço olan babasıyla hararetli ilişkilerini, daha önce bilinmeyen taraflarıyla da ele alıyor ve 20'li yaşlarındayken, bir set ortamında açılıyor. İsimlerin ve kronolojinin değiştirildiği yarı otobiyografi niteliğindeki senaryo, sanki ucundan dokunduğu birkaç katman daha eklenerek biraz daha zenginleştirilebilirmiş. Kurgu, iki ayrı zaman dilimi üzerinden yürüyor, geçişler sıkça ama rahatsız etmiyor. Çok geçmeden 12 yaşındaki Otis’le de tanışıyoruz. Büyük Otis (Lucas Hedges), yalnız ve sancılı geçen rehabilitasyon sürecindeyken, küçük Otis (Noah Jupe) setlerde babasıyla birlikte, ancak çok erken sorumluluk almak durumunda kalan Shia’yı yansıtmış.
Bahsettiğim gibi, film senaryo özelinde eksiksiz değil; oyunculuklarsa kesinlikle tatmin edici. Hazırlık sürecinde ayrı ayrı Shia’nın evinde kalan Lucas Hedges ve Noah Jupe ikilisi, Otis karakterine tanınan esnekliği çok iyi yorumlamışlar. Şahsi kıyafetlerini kullanmaları, onun bazı aktör reflekslerini sahnelere yedirmeleri, anlatımı kuvvetlendiren detaylar arasında sayılabilir. Her iki oyuncu da iniş çıkışlarda oldukça sahici, özellikle kamera Noah Jupe tarafındayken karakterin gelecekte yaşayacaklarını hissedebiliyorsunuz. O yaşlardaki her çocuk gibi saf sevgiyi arayışı, aktörlük kariyerinde boyundan büyük ciddiyetle varoluşu, yer yer değiştikleri baba-oğul rolleri, küçük Otis’in parladığı sekanslara örnek verilebilir.
Bağımlılıktan yeni kurtulmuş, temiz kalmaya, sorumluluk almaya çalışan pasif agresif baba figürünü kendisi oynayan Shia LaBeouf’ün ise şimdiye dek izlediğim en iyi oyunculuğu diyebilirim. Bu performansı, kuşkusuz güçlü hikayesinin perdeye daha efektif şekilde geçmesini sağlamış. Yedi yıldır konuşmadığı babasından gerekli izinleri, karakteri Mel Gibson’un oynayacağına inandırarak alması, bu seçimi özel kılan tarafını gösteriyor. Otis’in aralarındaki tüm olumsuzluklara, geçmişte istismara varan davranışlarına rağmen rehabilitasyon sürecinde babasını affetmeye çalışması, benim için filme dair en dikkat çekici şeydi.
İlk uzun metrajını çeken yönetmen Alma Har’el, daha önce tanıdığı ve bir Sigur Ros klibinde birlikte çalıştığı Shia LaBeouf’ün savaşını anlamış, isteğini iyi okumuş, ince bir anlatım sunmuş. 94 dakikalık süresi boyunca sıkmadan ilerleyen, ebeveyn ilişkilerini; beraberindeki acıyı, hüznü ve bağlılığı hatırlatan Sundance Özel Jüri Ödülü sahibi Honey Boy, son dönemin en seyirlik işlerinden.