Senaryosu, Amerikalı aktris Jean Seberg’in yaşam öyküsünden uyarlanarak Joe Shrapnel ve Anna Waterhouse tarafından yazılan “Seberg”, yönetmen koltuğunda Benedict Andrews’in oturduğu biyografik bir drama…
Filmi yorumlamaya geçmeden önce Seberg’in başına gelenlerin, 1956 – 1971 yılları arasında pek çok insanın daha başına geldiğini bilmemiz gerektiğini düşünüyoruz…
Zira FBI içinde yapılanan COINTELPRO (COunter INTELligence PROgram / Karşı İstihbarat Programı) aracılığı ile feminist organizasyonlardan komünistlere, Vietnam savaşı karşıtlarından (Kara Panter gibi) medeni ve siyasi hak savunucularına, çevrecilerden hayvan hakları organizasyonlarına kadar pek çok kişi ve kurum, izleme veya içlerine sızma yoluyla hedef alınarak, itibarsızlaştırma ve (mümkünse de) bozguna uğratılarak dağıtılma yoluna gidilmişti…
J. Edgar Hoover’ın sevk ve idaresindeki FBI tarafından on beş yıl boyunca sürdürülen bu “psikolojik savaş” operasyonu, ABD Kongresince, (“yersen papaz eriği” denilen cinsten bir) “Hadi ya, bilmiyoduk vallahi!” açıklaması ile sonlandırılmıştır…
İşte filmimizde de bu karanlık dönemdeki önemli olaylardan biri olan, Jean Seberg ile Hakim Jamal arasındaki “yasak aşk ilişkisi” aracılığı ile Kara Panter Hareketine karşı yürütülen karalama kampanyası, işlenen konunun merkezine oturtulmuş…
Böylelikle de her ikisi de evli olan bu şahsiyetler ve özellikle de “zampara Jamal” imajı üzerinden, Amerikan toplumuna yönelik olarak, “Hareketin öncüleri böyleyse, kim bilir ilkeleri nasıldır” algısı pompalanmaya çalışılmış…
Ancak Andrews’in filmin de bu siyasi husustan çok Seberg’in özel hayatında yol açtığı derin sarsıntılar ön plana çekilmiş…
"Ön plan" denilince de, Kristen Stewart’ın çocukluk yıllarımızın Jean Seberg’ini başarı ile canlandırmış olduğunu da belirtmiş olalım…
Elbette Anthony Mackie (Hakim Jamal), Jack O'Connell (Jack Solomon), Zazie Beetz (Dorothy Jamal) ve Vince Vaughn’ın (Carl Kowalski) performansları da dikkate değer…
Unutmadan ifade edelim ki; aralarında, “Mudbound” (2017) ve “Black Panther” (2018) den tanıdığımız görüntü yönetmeni Rachel Morrison ile “Little Miss Sunshine” (2006) ve “The Fighter” (2010) da da şahane kurgulara imza atmış olan editör Pamela Martin’in de yer aldığı teknik ekip de Andrews’in işini oldukça kolaylaştırmışlar…
Yani sonuç olarak; herkesin zevkine saygımızın olduğu muhakkak fakat bize göre, 8 milyon dolarlık bir bütçe ile çekilmiş olan bu filmde, insanı olumsuz bir söz etmeye sürükleyecek herhangi bir unsur da neredeyse yok gibi…
Keyifli seyirler,