Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Benedict Andrews’un yönettiği ‘Seberg’ iki yoldan ilerliyor. Ana kolda iplerin elinden yavaşça kaydığının farkına varan ve gözetlenme duygusuyla paranoyaklaşan ve haletiruhiyesi kaybolan bir yıldız profili, yan bölümde ise onun hayatını gözetlerken giderek yaklaşan, sempati duyan, daha da ötesi bir tür platonik âşığa dönen ve korumak için çabalayan FBI ajanı Jack Solomon var. Joe Shrapnel-Anna Waterhouse ikilisinin kaleme aldıkları senaryo, bu denge içinde yükselirken film hem bir trajik hayat hikâyesini hem de çok net çizgilerle olmasa da bir dönem ruhunu ve politik histerisini aktarıyor.
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Elbette böyle bir hayatı kusursuz biçimde anlatmak kolay değil. İki belgesel yapılmış, ama doyurucu bulunmamış. Bu film için de benzer eleştiriler var. Özellikle işin "FBI takibi" bölümünün çok uzatıldığı ve abartıldığı, özel hayatının yeterince işlenmediği görüşü dile getiriliyor. Bunda gerçek payı olsa da, Seberg sonuç olarak görülmeye değer bir film. ABD hükümetinin -aslında dünyadaki tüm hükümetlerin- sırası geldikçe ülke çıkarları, devleti koruma kaygıları vb. bahanelerle birey haklarına nasıl tecavüz edebileceğinin, insan hayatlarını nasıl acımasızca unufak edebileceğinin yaşanmış ve etkileyici bir örneği. Bu açıdan, filmin o yanının, yani siyasal oyunların ve bundan çıkan politik mesajların özyaşam kadar ön plana çıkarılması, aslında olumsuz değil, bence olumlu bir tavır sayılmalı.
Eleştirinin tamamı için: T24
Gazete Duvar
Yazar: Şenay Aydemir
Filmin kusurlarından birisi de dönemin Amerika’sının, Kara Panterler hareketinin ve 68 Mayıs’ı atmosferinin seyirciler tarafından bilindiği kabulü. Ki böyle bir kabul olsa bile filmin içinde politik atmosferi görmek mümkün olmuyor. “Siyahları silahlanmaya iten şey, gençleri sokaklara döken şey nedir. Seberg sırf uçakta görüp ilgisini çekti diye mi gidip onlara destek vermektedir, başka bir motivasyonu yok mudur” gibi sorular havada asılı kalıyor film boyunca. Seberg, eşi Romain Gary’nin tanımladığı gibi tek derdi vicdanını temizlemek olan liberal bir kampanyacı mıdır, Kara Panterler’in parası için kullandığı saf zengin kız mıdır yoksa FBI’ın gördüğü gibi kullanışlı bir araç mıdır? Film bu soruların hiçbirine cevap vermediği gibi, başka bir anlatı da inşa etmiyor. Menajerinin “Orta Batı’dan çıkma, Amerika’nın gözbebeği o kızı istiyorlar” sözlerine Seberg’in verdiği “Ben hayatım boyunca o kızdan kaçtım” sözleri filmden elimizde kalan tek iyi şey belki de
Eleştirinin tamamı için: Gazete Duvar
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
"Seberg" kötü bir film değil. Yönetmen Benedict Andrews görüntü yönetmeni Rachel Morrison'la birlikte temiz, özenli, akıcı bir iş koyuyor ortaya; özellikle gerilim yanını öne çıkarıyor ama bildiğimiz hikâyeye yeni bir hava katamıyor. Sonuçta, insan ruhu üzerine derinleşemeyen, olayların peşine takılmış bir “dökü-drama” seyrettiriyor bize... Yine de FBI'ın, Jean Seberg'i bitirmek için yaptığı çirkinlikleri yeniden hatırlatması itibarıyla kayda değer bir film olduğunu düşünüyorum.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Hurriyet
Benedict Andrews’un yönettiği ‘Seberg’ iki yoldan ilerliyor. Ana kolda iplerin elinden yavaşça kaydığının farkına varan ve gözetlenme duygusuyla paranoyaklaşan ve haletiruhiyesi kaybolan bir yıldız profili, yan bölümde ise onun hayatını gözetlerken giderek yaklaşan, sempati duyan, daha da ötesi bir tür platonik âşığa dönen ve korumak için çabalayan FBI ajanı Jack Solomon var. Joe Shrapnel-Anna Waterhouse ikilisinin kaleme aldıkları senaryo, bu denge içinde yükselirken film hem bir trajik hayat hikâyesini hem de çok net çizgilerle olmasa da bir dönem ruhunu ve politik histerisini aktarıyor.
T24
Elbette böyle bir hayatı kusursuz biçimde anlatmak kolay değil. İki belgesel yapılmış, ama doyurucu bulunmamış. Bu film için de benzer eleştiriler var. Özellikle işin "FBI takibi" bölümünün çok uzatıldığı ve abartıldığı, özel hayatının yeterince işlenmediği görüşü dile getiriliyor. Bunda gerçek payı olsa da, Seberg sonuç olarak görülmeye değer bir film. ABD hükümetinin -aslında dünyadaki tüm hükümetlerin- sırası geldikçe ülke çıkarları, devleti koruma kaygıları vb. bahanelerle birey haklarına nasıl tecavüz edebileceğinin, insan hayatlarını nasıl acımasızca unufak edebileceğinin yaşanmış ve etkileyici bir örneği. Bu açıdan, filmin o yanının, yani siyasal oyunların ve bundan çıkan politik mesajların özyaşam kadar ön plana çıkarılması, aslında olumsuz değil, bence olumlu bir tavır sayılmalı.
Gazete Duvar
Filmin kusurlarından birisi de dönemin Amerika’sının, Kara Panterler hareketinin ve 68 Mayıs’ı atmosferinin seyirciler tarafından bilindiği kabulü. Ki böyle bir kabul olsa bile filmin içinde politik atmosferi görmek mümkün olmuyor. “Siyahları silahlanmaya iten şey, gençleri sokaklara döken şey nedir. Seberg sırf uçakta görüp ilgisini çekti diye mi gidip onlara destek vermektedir, başka bir motivasyonu yok mudur” gibi sorular havada asılı kalıyor film boyunca. Seberg, eşi Romain Gary’nin tanımladığı gibi tek derdi vicdanını temizlemek olan liberal bir kampanyacı mıdır, Kara Panterler’in parası için kullandığı saf zengin kız mıdır yoksa FBI’ın gördüğü gibi kullanışlı bir araç mıdır? Film bu soruların hiçbirine cevap vermediği gibi, başka bir anlatı da inşa etmiyor. Menajerinin “Orta Batı’dan çıkma, Amerika’nın gözbebeği o kızı istiyorlar” sözlerine Seberg’in verdiği “Ben hayatım boyunca o kızdan kaçtım” sözleri filmden elimizde kalan tek iyi şey belki de
Habertürk
"Seberg" kötü bir film değil. Yönetmen Benedict Andrews görüntü yönetmeni Rachel Morrison'la birlikte temiz, özenli, akıcı bir iş koyuyor ortaya; özellikle gerilim yanını öne çıkarıyor ama bildiğimiz hikâyeye yeni bir hava katamıyor. Sonuçta, insan ruhu üzerine derinleşemeyen, olayların peşine takılmış bir “dökü-drama” seyrettiriyor bize... Yine de FBI'ın, Jean Seberg'i bitirmek için yaptığı çirkinlikleri yeniden hatırlatması itibarıyla kayda değer bir film olduğunu düşünüyorum.