¨Meksikalı hortlak anne başkalarının çocuklarına musallat oluyor¨
Yazar: Murat Tolga ŞenLatin folklorundan üremiş bir öcü olan La Llorona’nın yarattığı dehşeti izleyeceğimiz Lanetli Gözyaşları (The Curse of La Llorona) bugün gösterime giriyor. Film, La Llorona’nın insanları terörize ettiği hoplatıcı (jumpscare) sekanslarına ve Scooby-Doo serisinin Velma’sı olarak tanıdığımız Linda Cardellini’nin oyunculuğuna güveniyor.
Neden bilmiyorum ancak hikaye günümüzde geçmiyor. Yüzyıllar öncesinden gelen lanetin yeniden ortaya çıktığı tarih 1973... Açıkçası, konu korku sineması olunca bit pazarına nur yağar! Malum şu aralar bir sürü korku filmi/dizisi üzerinden 80’ler nostaljisi üretiliyor ve bir kez daha geçmişe gidiyoruz ancak bu kez zaman makinesinin ayarı kaçtığından beyazperde giallo’ların hükmettiği 70’lerin ortasında buluyoruz kendimizi. Bu gerekli mi? Evet, korku-gerilim sineması açısından verimli bir dönem, yaşı geçkin seyircinin de bu döneme ve renk kodlarına aşinalığı var ancak sanat yönetimi tarihlemeyi sosyal hizmetler binasındaki gibi birkaç sahne dışında kotaramadığından, filmin geçtiği tarih belirsizleşiyor. Çok da önemli değil, üstünde durmayıp yeniden La Llorona’ya dönelim.
La Llorona, (La Yorona diye okunuyor) latin toplumlarında tıpkı bizdeki Gulyabani’ye benzer şekilde toplumsal bellekte yer tutan bir öcü... Filminin çekilmesi de son derece normal, geç bile kalmışlar. Bu korku ikonunu daha önceden görmüşlüğüm var. Youtube’da izlediğim bazı videolarda bu karaktere ait tema parkları olduğunu bile gördüm, zaten o sayede haberim oldu ama genel olarak bize uzak bir hortlak kendileri, o yüzden yarattığı dehşetin motivasyonunu anlamak gerek.
Evet, karşımızdaki bir Frankenstein Canavarı değil ama onun da trajik bir hikayesi var. Efsaneye göre, Meksika’da bir köyde Maria adında genç ve çok güzel bir kadın yaşamaktadır. Maria, oldukça yoksul bir aileden geliyordu ancak güzelliğiyle çevrede nam salmıştı. Bir gün, zengin bir asil, o köyden geçerken Maria’yı görür ve güzelliğinden etkilenir, hemen evlenme teklif eder, Maria da bu teklifi kabul eder. Eğer bu bir masal olsaydı, ¨sonsuza dek mutlu yaşadılar¨ deyip kitabı kapatacaktık ama değil! Maria ve ailesi, bu bereketli izdivaç sebebiyle mutludur ama asilzadenin babası, oğlunun sıradan bir köylüyle evlenmesini kabullenemez. Maria ve yeni kocası, evliliklerini onaylamayan babadan uzak bir ev inşa eder. Maria, kocasıyla mutlu mesut yaşar ve iki oğlu olur ama kocası hep seyahat etmektedir ve zamanla karısına karşı ilgisini kaybeder. Maria, ¨olsun varsın, kocam beni seviyor der¨ bağrına taş basar ve oturur. Ama kocası bir gün yanında daha genç bir kadınla köye döner ve Maria’yı oğullarıyla bir başına bırakır, terk eder. Maria, bu öfkeyle cinnet geçirir, çocuklarını bir nehre götürür ve suda boğar! Ne yaptığını anladığında ise delirir ve kendini öldürür ama ruhu arafta kalır ve çocuklarını aramaya başlar. Zaman içinde de iyice öcüleşerek, başkalarının çocuklarına da musallat olur.
Sizin anlayacağınız, bu çocuklar yaramazlık yapmasın, sağda solda çok dolanmasınlar diye uydurulmuş bir öcü hikayesi. Grimm Kardeşler’in yazdıklarının Meksika versiyonu. Yukarıda gereksiz uzunlukta açıkladığım halk söylencesinden üretilmiş ve Peder Perez karakteri sayesinde de Conjuring evrenine kancalanan film, başta da söylediğim gibi Linda Cardellini’nin canlandırdığı Anna Garcia karakterine ve James Wan’ı, ABD’nin Hasan Karacadağ’ı ilan etmeme yol açacak sıklıktaki hoplatıcı sekanslara güveniyor. La Llorona’nın çocuklarını boğduğu sekansla açılan ve 70’lere ışınlanan filmin giriş kısmı oldukça etkileyici. Garcia’nın, çatlak annelerinin elinden kurtardığı iki kardeşin katliyle devam eden film, nihayet lanetin Garcia’ya ve iki çocuğuna musallat olmasıyla asıl macerasına geçiyor ancak buradan itibaren hikaye anlatmayı bırakıp sadece korkutmaya çalıştıkça gücünü kaybediyor. Evil Dead’e selam gönderen bir sekans dışında bildik James Wan numaraları... Açıkçası yönetmen koltuğunda kimin oturduğunun önemi yok. Yapımcı James Wan olduğu sürece ne izleyeceğimiz belli. Bu sinemacının bariz bir imzası var ama bu imza sırf gişe kaygılı bir formüle dönüştü.
La Llorona, çocuklarını arayan bir hortlak ile çocuklarını korumak isteyen yalnız bir annenin macerası... Filmde evin bir kale olduğu ve korunması gerektiği mesajı ısrarla veriliyor ama bir kadın korkusunda, baş kadın karakterin çocuklarını korumak için eninde sonunda bir erkeğe (Peder Rafael / Raymond Cruz) muhtaç olması, filmin kader anlarında da bu karakterin belirleyici olması sinir bozucu bir alt mesaj... Bir sosyal hizmetler görevlisi olan Garcia’nın tüm dünyası erkeklerden oluşuyor. Film boyunca herhangi bir kadın karakterle dayanışma içinde değil. İlk sekansta ölmüş polis kocasının mesai arkadaşı tarafından kurtarılıyor, gelişme kısmında Peder Perez’e akıl danışıyor ve finalde de pederliği bırakmış (doğal olarak bir eş adayı) Rafael’in yeteneklerine muhtaç kalıyor. La Llorona ile bir başına girdiği tüm çarpışmaları kaybettiğini de hatırlatayım. Film boyunca duvardan duvara çarptılar kadıncağızı.
Uzun lafın kısası; Linda Cardellini film boyunca elinden geleni yapıyor, Scooby-Doo Velma’sını andıran bir iki jest dışında inandırıcı bir oyun veriyor. Çocuk oyuncular da iyi ama gerisi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bir B filmine yakışacak oyunculuklar, film boyunca hikayeyi yaralıyor ve sığlaştırıyor ama zaten yapımcıların ortaya derin bir şey koyma amacı yok. 15 Milyonluk bütçenin ev sineması satışlarından geri döneceği muhakkak. Aslına bakarsanız bu film, ev sineması için biçilmiş kaftan. Netflix’te karşıma çıksa oturur keyifle izlerim ama salona gitmek için çok güçlü bir bahane üretmiyor. Gerçi, bu jumpscare sekansların tadı sinemada çıkıyor ama...
Nihayetinde, korku filmi meraklıları, yeni bir korkutucu figürle karşılaşmak isterse, ilgi göstermesi gereken bir film çıkmış ortaya... Devam filmine kapı aralayarak bitiyor ancak bunu sağlayacak bir başarı içerdiğini düşünmüyorum. İyi seyirler...
murattolga@gmail.com