En yararlı eleştirilerEn yenilerEn çok eleştiri yazmış üyelerEn çok takip edilen üyeler
Filtrele:
Hepsi
Turgay Buğdacigil
Takipçi
2.094 değerlendirmeler
Takip Et!
4,0
25 Kasım 2020 tarihinde eklendi
“I'm Thinking of Ending Things”, senaryosunu da Iain Reid’in, böylesi ancak Stephen King tarafından yazılabilecek aynı isimli "göz kamaştıran" romanından (2016) uyarlayarak yazan ve kendi sinema anlayışını:
"Gerçekten hiçbir çözümüm yok ve çözüm getiren filmlerden hoşlanmam. İnsanların üzerinde düşünebilecekleri durumlar yaratmak istiyorum. Yapmanız gereken ilk şeyin, kendinizi sevmeyi öğrenmek olduğunu söyleyerek biten bir filmden nefret ederim. Bu son derece aşağılayıcı, küçümseyici ve aynı zamanda oldukça anlamsız. Benim karakterlerim, birbirlerini ya da kendilerini sevmeyi öğrenmezler" diyerek tanımlayan 1 Academy ve 3 BAFTA ödüllü Charlie Kaufman’ın yönetmen koltuğunda oturduğu “kışkırtıcı” bir drama…
Yani açıkça görüldüğü gibi Kaufman, “taklit” ve “klişe / basmakalıp” söylemlere sahip sıradan filmlerle uğraşmayacağını, tarzına ilişkin açıklamalar aracılığıyla daha yolun en başındayken belirtmiş zaten yıllar öncesinde…
Tabii anlayana…
Bu kısa girişin ardından filmimize gelecek olursak…
Film, ortalıkta Lucy, Louisa, Amy ve Yvonne gibi isimler uçuşurken gerçek adını bir türlü öğrenemediğimiz genç bir kadının (Jessie Buckley), terk etmeyi düşündüğü erkek arkadaşı Jack ( Jesse Plemons) ile çıktığı otomobil yolculuğuyla başlıyor ve izleyiciyi hiçbir şeyin aslında göründüğü gibi olmadığı bambaşka bir dünyaya götürüyor…
Kendisine bundan böyle Louisa diye hitap etmeyi tercih edeceğimiz bu “genç kadının”, adı gibi gerçek mesleğini de öğrenemiyoruz…
Şair midir, ressam mıdır, kuantum fiziği okuyan bir öğrenci midir yoksa bir cafe de garson olarak çalışmakta olan birisi midir?
Aslında aynı şeyler, fizikçi olduğu söylenen Jack içinde geçerli…
Her ikisinin geçmişlerine dair de çok fazla bir şey bilmiyoruz…
Neredeyse her şey, “gri” tonda ve “berrak” olan herhangi bir ayrıntı da yok ortalıkta…
Ancak otomobilde yol boyunca bu ikili arasında yapılan farklı konulardaki söyleşi ve sarf edilen o iddialı sözler, sıradan insanların akıl edebileceği türden olmayıp kesinlikle ciddi anlamda bir eğitim ve entelektüel birikim de gerektirmektedir…
Neyse ki, şiddetini artırmaya başlayan kar ve bu kültür sağanağı ile dolu olan filmin ilk 20 dakikalık bölümünün ardından, Jack’in annesi (Toni Collette) ile babasının (David Thewlis) yaşadıkları, koyun ve domuz besiciliği yapılan çiftlik evine varırlar…
Artık izleyiciyi, “haunted house / perili, hayaletli ev” konsepti çerçevesinde tasarlanmış olan bu evin içinde de türlü türlü sürprizler beklemektedir…
İsterseniz biz sadece iki tanesini vermekle yetinelim:
Örneğin Louisa’nın, Jack’in çocukluk yatak odasında, Kanadalı şair Eva H.D.’nin “Rotten Perfect Mouth” (2015) isimli şiir kitabının “Bonedog” sayfasının açık olduğu sahne…
Ki, “Eve dönmek korkunç” dizesi ile başlayan bu şiiri Louisa, otomobilde gelirken kendi yazmış gibi Jack’e ezberden okumuştur… Bu bir…
Evin Jimmy isimli sevimli ve uysal köpeğinin, sürekli ıslak olması da iki olsun…
Filmdeki bir diğer önemli karakter de Jack’in mezun olduğu lisenin yaşını başını almış olan temizlik görevlisidir (Guy Boyd) …
Bu arada unutmadan, Robert Zemeckis ve “A Woman Under the Influence” (1974) filminde “şizofren” Mabel Longhetti karakterini canlandıran Gena Rowlands Cassavetes’e saygı duruşu yapılırken, gerçekte Kaufman’ın izleyiciye ipucu vermeye çalıştığını da belirtmiş olalım…
Şimdi ne demek mi istedik?
Doğrusunu isterseniz biz bir şey demedik…
Diyen, Iain Reid ile Charlie Kaufman’ın bizzat kendileri…
Biraz zahmet olacak ama Netflix standartlarının, aynen Cuaron’un “Roma” (2018) sındakine benzer bir biçimde fazlasıyla üzerine çıkılan bu filmi dikkatlice bir kez daha izleyin, eminiz hikâyenin özünü kavrayacaksınız…
Hayvanlar anda yaşar, oysa insan zihni zaman hareket eder, umut kavramı buradan çıkar. Umut bir varsayımdır. Gelecekte mevcut durumun daha iyi olacağına dair bir varsayımdır bu. Oysa evrendeki olaylar döngüler şekildedir. Dalgalar gibi inişler çıkışlar vardır. Yaz ve kış, yaşam ve ölüm... Tüm evren zıtlıklardan oluşur. Yaşamın yenilenebilmesi için ölüm şarttır. Yeninin başlaması için eskinin bitmesi gerekir. Bunun için en ideal mevsim ise kıştır: Ölüm.
Bir şeyleri bitirmek, içimizde geliştirdiğimiz duygu, düşünceler ve bunların bir harmanı olarak geliştirdiğimiz içsel kişilikler için de geçerlidir. Zira zihnimiz bu evrensel döngüden nefret eder. Onun için bedenin sonsuza kadar yaşaması asıl hedeftir. Hayatta kalmak ailemize uyum sağlamayla başlar ve yarattığımız kişilikleri beslemekle devam eder. spoiler:
I’m Thinking of Ending Things (Her Şeyi Bitirmek İstiyorum) isimli filmin iki karakteri; Jake ve sevgilisi, Jake’in ailesini ziyaret etmek için yola çıkarlar ve işler garip bir şekilde devam eder. Bir de filmde arar ara gösterilen bir hademe vardır. Filmde karmaşık metaforlar kullanılmaktadır. Öncelikle kış ve kar, ölümü ve bir şeylerin sonunu simgelemektedir.
Jake, kız arkadaşına farklı farklı isimlerle seslenmektedir. Onun yaptığı iş de devamlı değişmektedir. Kız arkadaşı ile konuştukları bir çok konu Jake’in evinde bir yerlerde saklıdır. Okunan kitaplar, fotoğraflar,çizilmiş resimler...
Bodrum katı genellikle bilinçdışını temsil etmektedir. Jake oradan nefret eder. Orada bir delik olduğunu belirtir. Orada çamaşırlar yıkanır. Temizlik ve su... Su, duyguları temsil eder. Jake’in anne ve babası ve değişik yaşlarına gider ve geri gelir... Kız arkadaşına ve kendisine yapılan eleştirilerden Jake hiç mennun olmaz. Annesi biraz daha oğluna düşkün gözükmektedir, babası ile daha da mesafeli olan Jake oldukça gergindir. Bu ilginç senaryodan çıkabilecek sonuçlardan biri Jake ile kız arkadaşının aynı kişi olduğudur. Çocukluk fotoğlarından birinde kız arkdaşı da kendi fotoğrafının orada ne aradığını sorar.
Aynı zamanda Jake ile hademe de aynı kişidir. Çamaşır makinesinin içindeki kıyafetler hademenin kıyafetleridir. Tüm film, Jake’in hayal ettiği geçmişi ve kafasının içinde bitirmeye çalıştığı meselelerdir. Olan olaylar, gerçekleşmeyen hayaller... İç dünyasına ve geçmişe yolculuk ettikçe, bu durumdan rahatsız olan gardiyanlar yolculuğa devam edilmemesi konusunda mesajlar verirler. Bu kapı tutuculardan daha sonrasında ise acı çekmiş, dışlanmış travmatik parçalar ortaya çıkmaya başlar. Dondurmacıdaki kızın ellerindeki yaralar ile Jake’in yaraları aynıdır.
Jack’in onaylanmaya ve görülmeye ihtiyacı vardır. Kız arkadaşı onun bu ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan yanını simgeler. Merdivenlerden derine indikçe sorunun daha da derinde olduğunu fark eder. Anne ve babasının etkisinde, okulunun etkisinde kaldığı ve bu ortamda hayatta kalmak üzere oluşturduğu duygu ve düşünceler yığınıdır Jack... Onlara karşı sesini çıkartamamış “iyi çocuktur”... Hayatı boyunca umut etmiş ancak hep hayal kırıklığına uğramıştır. Hayatında yaptığı yanlışlar için kendini eleştirmektedir. Artık yüzleşme vakti gelmiştir. Geçmişte ne olursa olsun artık güvendedir...
“Evrende tarafsız gerçeklik yoktur. Herkesin bakış açısına göre kendi gerçekliği vardır. Bu filtreler geçmiş deneyimleri ile koşullanmıştır. Zamanda ilerlemiyoruz, zaman bizim üzerimizden geçiyor.”
“Bu kadar az insanın ölmeden önce ruhuna sahip olması üzücü. Emerson, der ki – İnsanda nadir görünen şeyözgün eylemdir – Bu, çok doğru.Çoğu kişi aslında başkasıdır. Düşünceleri, başkasının fikirleridir.Yaşamları taklit arzularıysa birer alıntıdır.”
Filmi anladık analizlerinide izledik eee sonuç hala çok sıkıcı hala bunaltıcı hala baygınlık geçirtici bi film. spoiler: tüm film ölmeden önce yaşlı adamın hayat hikayesinin gözlerinin önünden film şeridi gibi geçmesi bu kadar size hiç bişey katmıyo film zevk vermiyo herhangi bi ders ve ya mesaj içermiyo tatlı değil akıcı değil eğlenceli değil üzücü değil yani hiç bi duygunuzu harekete geçirmiyo spoiler:
Aman ya Rabbim film bitene kadar kriz geçirecektim nerdeyse ne boş bi film ya
iki sefer izlemeyi denedim başaramadım. Bu kadar sıkıcı boş beleş konuşmayla geçen bir film neden izlensinki. Gereksiz uzatılmış boş sahneler beni yoruyor. Gidin kitap falan yazın arkadaşım… benim için iki sefer çok kötü bir film.
Bazıları felsefe falan yapmaya çalışmış yok dğnya şöyle yok hayat şöyle. Bırakın arkadaşlar kendinizi ve egonuzu tatmin etmeye çalışmayı. Film bomboş ve berbat bir yapım. Saçmasapan bir film. Diyaloglardaki duygu geçişleri haricinde, ki onların da bütünlüğü yok, geri kalan yerler çöp ve saçma. Bazıları anlamsız şeyler yazıyor çiziyor, bazı andavallar da buradan mesajlar çıkarmaya çalışıyor. Duvara bantlanan muz misali.
Hayatımda izlediğim en kötü film desem sanırım haksızlık yapmış olmam. Konu yok, oyunculuk çok kötü ve sekanslar arasında hiçbir bağlantı yok. Sadece zaman kaybı.
Fragmanına aldanıp izlediğim filmdir. Psikolojik gerilimleri severim o tarz bir film sandım biraz ilerleyince identify gibi mi acaba ? Diyerek devam ettim ve sonuçta 2 saatim gitti onun yerine 10 bölüm hunter x hunter izlemediğim için aşırı pişmanım, boş vaktim çok var diyorsan izle benim için tamamen zaman kaybı bir filmdi!
Sıkıcı kelimesi bu film için eğlenceli kalır. Aman tanrım çok çok çok çok sıkıcı. Gereksiz. Bunaltıcı. Çok fazla ikili konuşma var. Felsefe, film yorumu yorumu...var. Vaktinizi boşa harcamayın. Gidin uyuyun.
32 yıldır bu hayatta oksijen tüketmekteyim ve beyazperde de üyelik açıp yorum yazmama sebep olan filme yorum yapmaktayım. Hayatımdan çalınan 2 saatin hesabını kime soracağımı bilmiyorum. İzlemeyin , izlettirmeyin. Emeği geçen herkesin...
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.