Kültür, tarih, hafıza ve babalarımız
Yazar: Ali ErcivanMeksikalı sinemacıların hafızayla, kendi kişisel ve kolektif tarihleriyle haşır neşir oldukları enteresan bir yıldayız. Alfonso Cuarón, Roma’da çok daha farklı yollardan ve çok daha şahsi tecrübelerden beslenerek, yalınlıkla yapıyor bunu. Alonso Ruizpalacios ise Müze (Museo) ile daha çetrefilli yollara sapıyor.
“Bu gerçek bir öykünün röprodüksiyonudur” ibaresi ile açılıyor film. Ve bizi gerçekten yaşanmış bir müze soygunundan yola çıkarak kurgulanmış bu hikayeye davet ediyor. Juan ve arkadaşı Benjamin’in Ulusal Antropoloji Müzesi’nin bir bölümündeki 140 parçayı çalıp satma ve bu sayede hayatlarını değiştirme çabaları, 1985 senesinde, 19 Eylül’deki büyük Meksika depreminden kısa süre sonra, Noel döneminde geçiyor. Bir baltaya sap olamamış Juan, babasının sevgi ve takdirini ömrü boyunca görememiş olmanın yükünü taşıyan bir genç. Babası kendi ulusal değerlerini çok önemseyen bir adam. Juan daha çocukken ailece müzeye yaptıkları ziyaret, annelerinin orada çektiği fotoğraf, babanın kucağında oğluyla poz verirken gülümsemeyişi, çocuğun da belki babasını taklit etmek ister gibi gülümsemeye hemen yanaşmaması ama sonunda gelen o gülümseme, filmin ilk sahnelerinde geliyor. Fakat Juan’ın anlattığı şekliyle o anı ve filmin sonunda gördüğümüz fotoğraf, birbirlerinden farklı aslında.
Kendisi kolay yoldan parayı bulup Meksika’dan kaçmak isteyen ama muhtemeldir ki babasından öğrendiği reflekslerle meyveli kek yerine İngilizce “fruitcake” demeye başlamış annesine tepki göstermekten de geri durmayan, globalizmin dönüştürdüğü bir Meksika’nın kafası karışık, yönünü bilmeyen genci Juan. Ülkesinin tarihi değerlerini satarak kendini kurtarmaya kafayı takmış. Ama alıcı İngiliz bir simsar olacaksa da gururuna yediremiyor. Müze’yi deşifre etmek için gerekli kodlar buralarda saklı. Bir de pembe dizi tadında, ikinci sınıf aşk filmleriyle bir dönem ünlenmiş, Juan’ın da hayranı olduğu, laf söyletmediği ama sahne adı Şehrazad olup şimdilerde üçüncü sınıf mekanlarda göbek dansı yapan eski yıldızlarda... Ve küçük çocukların Noel Baba inancının yerle bir edilmesine ama buna üzülen, içerleyen, sinirlenenlerin çocuklar değil de sadece o mitleri, hikayeleri anlatıp besleyen yetişkinler olmasında...
Ve tabii hem kurmacanın doğasına hem de tarih yazımının aslında tarihçilerin öznel filtresinden geçmiş ve bu sebeple bir bakıma kurmacalaşmış bir kavram oluşuna dair de bir film karşımızdaki.
Farklı türler arasında hiç hissettirmeden geçişler yapan, oyuncaklı ama gösterişsiz, son derece zeki bir film Müze. Bu yıl Senaryo ödülüyle döndüğü Berlin Film Festivali’nin şu ana dek izlediğimiz en iyisi. Daha önce Güeros ile tanıdığımız genç yönetmen Alonso Ruizpalacios’un bayağı ciddiye alınması gereken, önemli bir sinemacı olduğunu da duyuruyor ayrıca. Müze, yılın en zihin açıcı sinema eserlerinden.
Twitter: aliercivan