Alman sinemacı Tilman Singer'ın, senaryosunu da kaleme almasının yanı sıra ilk uzun metrajlı (debut) sinema filmini de çekmek amacıyla yönetmen koltuğunda oturmakta olduğu "Luz"; gizemini sonuna kadar koruma çabası içindeki, psikolojik bir korku gerilim denemesi olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz, yurtdışındaki profesyonel yorumların çoğunda; başta türün büyük ustalarından Dario Argento olmak üzere 1970'li yıllarda, 16 mm'lik kameralarla çekilmiş...
Büyük bütçeler yerine...
Ses, renk ve görüntü oyunlarından oluşan efektlerin ön plana çıkartıldığı "giallo"yu andırdığı belirtilerek övgüler yağdırılan...
***
Ancak bizim de...
Bu kadar uzatarak film makarası israf etmeye gerek yoktu...
Kısa bir film olarak...
73 değil 23 dakikada da tamamlanabilirdi derken, uçlarından çekilerek sündürülmüş ve övgüler yağdırılan yönetmeni Singer ile birlikte ziyadesiyle abartılmış olduğunu düşündüğümüz bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Polis karakolunun kapısından içeriye giren Luz Carrara (Luana Velis), resepsiyondaki polis memuru (Reinhard Singer) yerine...
Doğrudan...
Duvarın dibinde durmakta olan soğuk içecek otomatına yönelerek, belindeki çantadan çıkardığı bozuklukları içine atar...
***
Karşılığında aldığı bir kutu meşrubattan...
Birkaç fırt çeken Luz...
Başına dikildiği polis memuruna hitaben...
***
Bir başkasına ait olduğu açıkça belli olan...
Ve...
"Hayatını bu şekilde mi geçirmek istiyorsun? Gerçekten istediğin bu mu?"
Sorularını yönelten ama sadece kendisinin duyabildiği, içinden gelen sesin söylediklerini...
Bizzat bir de kendisi, alenen dillendirir...
***
Aynı esnada...
Bir barmenin (Keshav Purushotham) hizmet ettiği...
Oldukça sade bir barda oturmuş TV izlemekte olan...
Polis danışmanı psikiyatrist ve psikoterapist Dr. Rossini (Jan Bluthardt), kendisiyle sohbet etmeye çalışan...
Barın diğer ucundaki Nora Vanderkurt (Julia Riedler) ile gönülsüzce konuşmaktadır...
***
Bunun üzerine...
Baktı ki böyle olmayacak...
Yerini terk eden Nora...
Koşar adımlarla gelip yanındaki tabureye oturduğu Dr. Rossini'ye...
"Bir terapistin tavsiyesi iyi olurdu... Kız arkadaşım, hareket halindeki bir taksiden atladı..." dediğinde...
***
Çağrı cihazına bir mesaj gelen Rossini'nin yanıtı...
"Arkadaşınızın sorunları varsa hastaneye gitmeli..." biçiminde olacak...
***
Ve...
Cebinden çıkarttığı kolyeye bağlı küçük şişedeki, ne olduğunu bilmediğimiz tozdan bir miktarını burnuna çeken ve Rossini'ye...
Biraz da dik dik bakarak, elini de karşısına aldığı doktorun dizine koyan Nora...
"Dinle... Neden bahsettiğim hakkında fikrin yok... Ama eğer istersen sana anlatırım..." diyecek ve özel bir yeteneği bulunduğunu belirttiği Luz'dan söz etmeye başlayacaktır...
***
Şöyle ki...
Nora, Luz ile Şili'deki bir Katolik kız okulunda tanışmış...
Sıra dışı olarak nitelendirdiği marifetlerine de...
Şahsen kendi gözleriyle, orada tanık olmuştur...
***
Ancak bunlardan en ilginç ve çarpıcı olanıysa...
Şili asıllı olup Almanya'da taksi şoförlüğü yapmakta olan Luz'un, Almanya'daki dedektif Bertillon (Nadja Stübiger) ile polis tercümanı Olarte (Johannes Benecke) karşısında da...
Kimi zaman Almanca kimi zaman da İspanyolca konuşmak suretiyle...
Fütursuzca sarf etmiş olduğu...
İsa Mesih ve annesi Meryem'e...
Daha da doğrusu Hristiyanlık dinine yönelik, hakaretamiz sözleridir...
***
İşte bu bağlamda...
Nora ile Rossini arasındaki...
Alkolün su misali aktığı, "spoiler" oluşturmamak adına bizim kısa kestiğimiz Luz konulu sohbet ve sonrasında yaşananlar da...
Neredeyse...
Bütün bir gece boyunca sürer...
***
Ancak...
Çok da geçmez...
Cihazına çağrı gönderilen Dr. Rossini'de...
Bertillon ile Olarte'nin, Luz ile yapacakları...
Koltuklar ve iç dikiz aynasıyla...
Bir taksinin iç atmosferini andırır bir biçimde tasarlanmış, görüşme mekanındaki yerini alırken...
***
Luz açısından...
Ambiyansın daha da inandırıcı olabilmesi gayesiyle...
Gerçekte de olduğu şekilde...
Sanki taksisine aldığı Nora'da oradaymış ve Hotel Interocéanique'e götüreceği yolcusuymuş gibi zannetmesi de sağlanır...
***
Zira böylelikle...
Bir gece önce olan biteni...
Yani...
Hareket halindeyken kendini taksisinin dışına atmak mecburiyetinde kalan Luz'a...
Sigarasını da yakıp, bitince yere atarak üstüne basarak söndürmesine de izin vermek suretiyle...
O sahnelerin tamamını bir kez daha yaşatacak ve hep birlikte...
Aslında ona ne olduğunu anlamaya çalışacaklardır...
Dakika 33...
***
İzlemeseniz de hiçbir şey kaçırmış olmayacağınız filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; eğer katlanmayı sürdürebilirlerse, iblis tarafından ele geçirilmiş insan bedenlerinin anlamsızca şov yapmakta olduğu...
40 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla...
25 - 30 kelimelik Türkçe bilgi haznesinin ötesine geçilerek yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,