Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Birgün
Yazar: Cüneyt Cebenoyan
Ayin, finalini biraz daha muğlak bıraksa ya da ne bileyim biterken seyircisine Rosemarie’nin Bebeği’ndeki huzursuzluğu yaşatsa bir başyapıt olacakmış. Bu haliyle de çok iyi bir film. İyi oynanmış, iyi çerçevelenmiş, iyi kurgulanmış, kısacası her haliyle iyi bir sinema örneğiyle karşı karşıyayız. “Ayin”, David Lynchvari bir film de olabilirmiş. Kayıp Otoban ya da Mulholland Drive benzeri akıl hastalığının merkezine bir yolculuk tadında giden film, başından beri ima ettiği doğaüstü olaylarla sonlanıyor. Doğaüstünü doğal olanın metaforu okumak her zaman mümkün tabii ki.
Eleştirinin tamamı için: Birgün
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
“Ayin”, babanın (Gabriel Byrne) pasifliği, annenin teslimiyetçiliği, oğlun (Alex Wolff) kalıtsal mahkûmiyeti açısından daha iyi incelenebilecek bir film ama bunu finalden söz etmeden yapmam mümkün değil... Ari Aster’in resim gibi hazırladığı durgun kadrajların etkisine güvenen sıkı bir yönetmen olduğunu söylemeliyim. Ses bandına gösterdiği özeni de unutmayalım. Film sadece görüntüleriyle değil sesleriyle de kuşatıyor bizi. Ama kendi adıma Amerikalı eleştirmenler kadar etkilendiğimi söyleyemem. İlk yarı mükemmel ama öykünün bağlandığı yer açıkçası bana tanıdık ve sıradan geldi.
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Sözcü
Yazar: Burak Göral
Yönetmenin görsel başarısına söylenecek hiçbir şey yok, ancak ilk kısımla ikinci kısım arasındaki hikayesel ton farkı, benim gibi ilk kısma hayran kalanların ilgisinin bir parça düşmesine sebep olacaktır. Çünkü bu kısım ilk bölümün çarpıcı gerçekçiliğini, hayatın şok edici ve üzücü vakalarıyla başetme sancısını başka bir metafiziksel alana kaydırıyor, adının çağrıştırdığı gibi bir tarikat korkusuna rotayı kırıyor. Özellikle finale yaklaştıkça bazı korku numaralarını da yinelemeye başlıyor Aster ve hikaye bir parça uzuyor.
Eleştirinin tamamı için: Sözcü
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Filme ilişkin önden gelen övgüler eşliğinde Toni Collette’in ‘Altıncı His’ten sonra yeni bir klasikte oynayacağı beklentisiyle yollandım salona ama Avustralya kökenli oyuncunun bazı sahnelerde çok iyi, bazı sahnelerde de alabildiğine amatörce bir performans sergilediğine tanık oldum. ‘Ayin’ vasat bir çaba; ‘Rosemary’nin Bebeği’ ya da ‘The Wicker Man’ (1973 tarihli olanı) gibi filmleri yeniden ziyaret etmenin dışında da bir duygu uyandırmadı bende.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Birgün
Ayin, finalini biraz daha muğlak bıraksa ya da ne bileyim biterken seyircisine Rosemarie’nin Bebeği’ndeki huzursuzluğu yaşatsa bir başyapıt olacakmış. Bu haliyle de çok iyi bir film. İyi oynanmış, iyi çerçevelenmiş, iyi kurgulanmış, kısacası her haliyle iyi bir sinema örneğiyle karşı karşıyayız. “Ayin”, David Lynchvari bir film de olabilirmiş. Kayıp Otoban ya da Mulholland Drive benzeri akıl hastalığının merkezine bir yolculuk tadında giden film, başından beri ima ettiği doğaüstü olaylarla sonlanıyor. Doğaüstünü doğal olanın metaforu okumak her zaman mümkün tabii ki.
Habertürk
“Ayin”, babanın (Gabriel Byrne) pasifliği, annenin teslimiyetçiliği, oğlun (Alex Wolff) kalıtsal mahkûmiyeti açısından daha iyi incelenebilecek bir film ama bunu finalden söz etmeden yapmam mümkün değil... Ari Aster’in resim gibi hazırladığı durgun kadrajların etkisine güvenen sıkı bir yönetmen olduğunu söylemeliyim. Ses bandına gösterdiği özeni de unutmayalım. Film sadece görüntüleriyle değil sesleriyle de kuşatıyor bizi. Ama kendi adıma Amerikalı eleştirmenler kadar etkilendiğimi söyleyemem. İlk yarı mükemmel ama öykünün bağlandığı yer açıkçası bana tanıdık ve sıradan geldi.
Sözcü
Yönetmenin görsel başarısına söylenecek hiçbir şey yok, ancak ilk kısımla ikinci kısım arasındaki hikayesel ton farkı, benim gibi ilk kısma hayran kalanların ilgisinin bir parça düşmesine sebep olacaktır. Çünkü bu kısım ilk bölümün çarpıcı gerçekçiliğini, hayatın şok edici ve üzücü vakalarıyla başetme sancısını başka bir metafiziksel alana kaydırıyor, adının çağrıştırdığı gibi bir tarikat korkusuna rotayı kırıyor. Özellikle finale yaklaştıkça bazı korku numaralarını da yinelemeye başlıyor Aster ve hikaye bir parça uzuyor.
Hurriyet
Filme ilişkin önden gelen övgüler eşliğinde Toni Collette’in ‘Altıncı His’ten sonra yeni bir klasikte oynayacağı beklentisiyle yollandım salona ama Avustralya kökenli oyuncunun bazı sahnelerde çok iyi, bazı sahnelerde de alabildiğine amatörce bir performans sergilediğine tanık oldum. ‘Ayin’ vasat bir çaba; ‘Rosemary’nin Bebeği’ ya da ‘The Wicker Man’ (1973 tarihli olanı) gibi filmleri yeniden ziyaret etmenin dışında da bir duygu uyandırmadı bende.