Senaryosunu da Colin Minihan ile beraber yazan Brandon Christensen’in yönetmen koltuğunda oturduğu (debut) ilk uzun metrajlı sinema filmi olan “Still/Born”, “psikolojik gerilim” ile “haunted house / perili ev” konseptleri arasında gidip gelen türün başarılı “kapalı tek mekân” filmlerinden biri olmuş…
Thomas ve Adam (Grace Christensen) isimli ikiz erkek çocuğu bekleyen Mary (Christie Burke) ile Jack (Jesse Moss) çifti, Thomas’ın doğum esnasında hayatını kaybetmesi üzerine gözleri gibi baktıkları Adam ile yetinmek zorunda kalmışlardır…
Mary, Adam ile ilgilenirken evdeki sabah kahvaltılarını hazırlama görevini de üstlenmiş olan Jack işe giderken ufaklığı arabasıyla yeni taşındıkları refah seviyesi yüksek semtin sokaklarında gezdirmeye çıkan Mary, komşuları Richard’ın (Jayson Therrien) arkadaş olacakları karısı Rachel (Rebecca Olson) ile tanışır…
Sıklıkla “doğum sonrası depresyonu” semptomlarından örnekler sergileyen Mary, gece gündüz ayrımı yapmaksızın oğlu Adam’ı bir an olsun yalnız bırakmamakta ve devamlı olarak kontrol etmektedir…
Elbette bunda bir sorun yok...
“Annelik içgüdüsü” işte deyip geçebilirsiniz...
Peki, gerçekten de öyle mi?
Şu aşamada karıştırmayın...
Devam edelim...
Duyduğu garip sesler sonrasında Mary, mevcut bebek telsizinin bozulduğunu söyler söylemez Jack ertesi gün iş dönüşü, görüntülü olanından bir tane alarak getirir…
Gecenin bir yarısı ağlayan küçük Adam’ın sesiyle uyanan Mary, iPad kıvamındaki bu yeni telsizin ekranında Adam’ın yatağının başında duran bir kadın (Dianne Snape) görerek anında fırlar…
Ancak ardından odaya gelen Jack Mary’e, yorgunluktan hayal görmekte olduğunu söyleyerek kendisini sakinleştirmeye çalışır…
Ki, annesi Sheila’da (Sheila McCarthy) tamamen böyle düşünmekte ve hatta yardımda teklif etmektedir…
Fakat ne annesini ne de bir bakıcıyı evde istememektedir Mary…
Biraz “dediğim dedik” ve “uzlaşmaz” bir kişilik yapısındaki Mary, oğlunu tek başına bizzat kendisi büyütecektir…
Geceleri bir türlü uyuyamayan Mary, yatakta gözünü tepelerindeki havalandırma ızgarasının ardındaki koyu karanlığa dikerek öylesine bakmaktadır…
Ertesi akşam Mary mutfakta yemek hazırlarken eve gelen Jack, burnuna gelen kötü kokular nedeniyle Adam’ın bezini değiştirirken çocuğunun bacağındaki bir lekeyi fark eder ama pek bir anlam veremediği için ağzını da açmaz…
Gece Mary yine artık rutin “kâbusu” haline gelmiş olan bebek ağlaması ile uyanır…
Bu sefer, sadece iki sahnede görünerek filme renk katmış olan Michael Ironside’ın canlandırdığı psikolog Dr. Neilson’a gitmek şart olmuştur…
Birlikte doktoru ziyaret eden çiftimiz, Mary’e verilen nasihat ve yazılan bir çuval antidepresan ilaçla evlerine geri dönerler…
Her ne kadar Mary’nin onca direncine karşın bir iki haftalığına Pittsburg’a doğru önemli bir iş seyahati yapacak olan Jack, işi şansa bırakmamak amacıyla evin dört bir tarafını kameralar ile donatır…
Zira böylelikle kendisi de olan biteni rahatlıkla izleyebileceği gibi psikolojisi iyice bozulmuş olan Mary’i de denetim altında tutabilecektir...
Zaten Mary’de bunu fark eder ve kocası anlattıklarına inanmadığı için canı bayağı bir sıkılır...
Jack’in gittiği günün gecesinin ilerleyen saatlerinde, Adam’ın yatmakta olduğu odanın camı büyük bir gürültü ile patlar…
Polis bunu, gençlerin yapmış olabileceğini iddia eder…
Eder etmesine de kamera kayıtlarını inceleyen Mary’nin gözüne son derece korkutucu bir şey çarpar ve bu gördüklerini tam da Google’da araştırmaya yeltenirken aksilik bu ya evin elektrikleri birdenbire gidiverir…
Daha da kötüsü Adam ile Mary farklı odalarda mahsur kalmışlar ve Mary, Adam’ın bulunduğu odadan gelen bir kadın sesi duymuştur…
Neyse ki Mary, küçük bir koşuşturmacanın ardından oğluna yeniden kavuşur...
Yalnız şimdi oğlunun bacağındaki lekeyi o da görmüş ve soluğu aynı işarete sahip olan kızının, Lamashtu olarak isimlendirilen bir iblis tarafından elinden alınan Jane Henderson’ın (Jenn Griffin) yanında almıştır...
O andan itibaren de taktiğin Jane’den uygulamasının da Mary’den geleceği tahmini imkânsız sürprizlerle dolu bomba gibi bir bölüm başlayacaktır filmde...
Öyle ki, filmin son karesine kadar yaşananların Mary’nin rahatsızlığının bir sonucumu yoksa şeytansı bir varlığın işi mi olduğunu anlayamayacaksınız...
Yorumumuzu noktalamadan, Mike Flanagan’ın da dikkatinden kaçmadığı için dokuz bölümlük “The Haunting of Bly Manor” (2020) adındaki mini Netflix dizisinin iki bölümünde rol kapmış olan Mary karakterindeki Christie Burke’un performansını hayranlıkla izlediğimizi de belirtmek isteriz...
Keyifli seyirler,