Senaryosunu, "John Wick" serisinin yaratıcılarından Derek Kolstad'ın yazdığı “Nobody”, yönetmen koltuğunda Ilya Naishuller'ın oturduğu, her saniyesi sıkılmadan ve ilgiyle izlenilen bir aksiyon gerilim olarak çıkıyor karşımıza...
Bir sahnesinde, duvardaki afişi ile "noir" sinemasının klasiklerinden Orson Welles'in "Touch of Evil"ıne (1958) selam da gönderilen film başlangıçta, oldukça sakin bir hayat sürmekte olan Hutch Mansell (Bob Odenkirk) ve karısı Becca (Connie Nielsen) ile oğulları Blake (Gage Munroe) ve küçük kızları Abby'nin (Paisley Cadorath) rutinlerine odaklanıyor...
Nasıl mı?
Örneğin:
Sıradan bir Pazartesi...
Salı...
Çöp kamyonunu kaçırdığı için çöpü veremediği gün...
Çarşamba...
Perşembe...
Cuma gibi...
Sürekli olarak birbirini tekrarlayan bu döngü; sabah sporu, evden işe, işten eve hiç değişmeksizin sürüp gitmektedir...
Ta ki, bir Pazartesi gecesi biri erkek diğeri de elinde içinde mermi bulunmayan bir tabanca tutan kadından oluşan iki hırsız evlerine girene kadar...
Zira pasif bir tutum takınarak hırsızların saldırganlıklarına seyirci kalan Hutch'a karşı, karısı Becca ve hırsızların birinden yediği yumruk sonrasında sağ gözünün altı moraran oğlu Blake'de hafiften de olsa bir güven erozyonu başlamıştır...
Hele de olayın ardından gelen polis memurlarından biri ile yan kapı komşusu Jim (Paul Essiembre), alaycı bir ifadeyle ufaktan bir takılınca...
Çalıştığı ve satın almayı kafasına koyduğu iş yerinde, bir önceki gece evde olanları yeğeni Blake'den öğrenen kayın biraderi Charlie Williams (Billy MacLellan), "Kız kardeşimi koru" diyerek kendisine kallavi bir tabanca verir...
Gerçi iş yerinin patronu olan kayın pederi Eddie Williams (Michael Ironside), sakin kalmayı tercih etmiş olan Hutch'ı haklı bulmaktadır...
Tabii her gün telsizle konuşarak dertleştiği ve kendisini tehlikelerden uzak tutmaya çalışan eski dostu Joey'de (Adrian McLean) bir aptallığa kalkışmamasını önermektedir...
Ama o akşam, kızının çok sevdiği ve babasından bulmasını istediği kedili bileziği de kaybolmuştur...
Emekli FBI ajanlarından babası David'in (82 yaşındaki Christopher Lloyd) ziyaretine giden Hutch, babasının bir kutunun içinde sakladığı kimliği ile tabancasını alarak, hırsızlardan birinin kolunda gördüğü dövmenin peşine düşer...
Böylelikle hem kendi saatini hem de kızının bileziğini geri alacaktır...
Ve kolaylıkla bulur da Luis (Edsson Morales) ile Lupita Martin (Humberly González) çiftini...
Ancak her ne kadar bileziği bulamasa da küçük bir bebekleri olduğu için çaldıkları kol saatini geri alarak evlerini anında terk eder...
Yani onlara karşı duyduğu öfkeyi şiddete dönüştürerek rahatlayamamıştır henüz Hutch...
Derken eve dönmek üzere bindiği belediye otobüsünü dört kişilik bir serseri grubu basar...
Basarlar basmasına da...
Tecavüz etmeyi düşündükleri genç bir kadının da (Megan Best) bulunduğu otobüste öyle bir cümbüş yaşanır ki, anlatırsak kesin "spoilere" girer...
O nedenle de biz, hikayenin anlatımını burada kesiyoruz...
Dakika 31...
Peki, bitti mi?
Şöyle düşünün, buraya kadarkiler uvertür ve ısınma turlarıydı sadece...
Zira o otobüste sükunetini tamamen yitiren Hutch'dan fena halde dayak yiyenlerden birisi, Rus mafyasının önde gelen isimlerinden Yulian Kuznetsov'un (Aleksey Serebryakov) kardeşi Teddy'dir (Aleksandr Pal)...
Bu da demek oluyor ki; sizleri geride kalan 61 dakika içinde, araç takip ve silahlı çatışmalar ile süslenmiş adrenalin dozunun giderek yükseldiği sürprizlerle dolu bir film bekliyor...
Unutmadan filmin müziklerinde yer alan ve vakti zamanın da Joe Cocker'dan da severek dinlediğimiz Bennie Benjamin, Gloria Caldwell ve Sol Marcus tarafından yazılan "Don't Let Me Be Misunderstood"u ilk kez yorumlayan jazz şarkıcısı ve piyanisti Nina Simone'den (1964) dinlemek de bambaşka bir ayrıcalık...
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Finalde yazılar akmaya başladığında, "bitti" diyerek yerlerinizi terk etmeyin ve bekleyin...
Çünkü biraz ileride, olası bir "devam filmine" dair görsel mesajın da verildiği küçük bir bölüm daha mevcut...