Viktorya İngiltere'sinde Bir Fleabag
Yazar: Onur KırşavoğluNancy Springer’ın kitap serisininin ilkinden uyarlanan film, Sherlock Holmes’ün kız kardeşi Enola Holmes’ün kendini keşfetme macerasına odaklanıyor. Filmin yönetmen koltuğunda Fleabag çalışmasıyla bildiğimiz ve bu bilginin birazdan önemli bir noktada bahsi geçeceği Harry Bradbeer otururken, kitabı senaryolaştıran isim Jack Thorne oldu. Stranger Things’in yıldızı Millie Bobby Brown başrolde yer alıyor ve Enola Holmes’ü canlandırıyor. Filmin diğer önemli rollerinde ise; Henry Cavill, Sam Claflin, Helena Bonham Carter ve Louis Partridge yer alıyor. Film, yakın zamanda Netflix aracılığıyla karşımıza çıktı.
Bilgi kısmını geçerek filmimize gelelim. Öncelikle, düşük beklenti içinde olan, eğlenceli iki saat dışında bir isteği olmayan ve Sherlock Holmes filmlerini seven izleyicileri keyifli dakikalar bekliyor. O evrene ait eğlenceli sahneler, ilgi çekici kurgu numaraları, aksiyon ve mizah sosu aynı şekilde kendilerini karşılayacak. Müziklerin ve görüntü yönetiminin de bu yönden olumlu bir katkı verdiğini söylersek sanırım yanlış olmaz. Tam olarak izleyici dostu diyebileceğimiz ve ev sineması için ideal bir yapım ortaya çıkmış. Serüven içeren filmleri sevenlerin ve hatta, çocuk filmlerinden hoşlanan izleyicilerin de bu anlamda hoşuna gideceğini söyleyebilirim. Peki ya diğerleri?
Filmin yönetmeninin Fleabag’den tanıdığımız Bradbeer olduğunu söylemiştik. Bunu daha ilk saniyeden anlamamızı sağlayan anlatım tercihi ise son yıllarda karşımıza daha fazla çıkmaya başlayan dördüncü duvarın yıkılması, kaba tabirle, karakterin izleyiciyle konuşması. Fleabag’den daha uygun bir anlatıda, sevdiği bu yöntemi kullanmaktan geri kalmamış Bradbeer ve tadını çıkarmış. Bu anlatı, çoğu izleyiciyi rahatsız eden ve oldukça yapay duran bir tercih olabiliyor. Bu filmde ise gerek mizahı yönün yüksek oluşu, gerekse kurgusal numaralar ve geçişlerin dinamizmi daha hazmedilebilir hale getirmiş. Yani, Enola Holmes hikayesinin eğlenceli yanı, bu anlatıyı zor kabul eden izleyicilere de biraz kabul edilebilir gelebilir.
Enola Holmes, annesinin onu terk etmesi üzerine, büyük abisinin baskısından da kaçmak için ortadan kaybolur ve annesini aramak için yola çıkar. Filmde bu arayış, Enola’nın kendini keşfetmesine, dış dünyayla iletişim kurmasına yardımcı olur. Bu kısımlar için yol / serüven filmi desek yanlış olmaz ve 80’li yılların çocuk başrollü macera filmlerinin havasını da izleyiciye aktarıyor denebilir. Enola, genç bir adamla tanışıp olayın derinine inince de filmin önemli meselesi olan “kadın hakları” devreye giriyor. Enola, annesi tarafından erkek egemen topluma inat, kendi ayakları üzerinde durabilecek şekilde yetiştiriliyor. Hatta Enola, kendini kadınların oy hakkını elde edeceği reformu da kurtaracak bir aksiyonun içinde buluyor. Bu noktada filmin en tutarlı bağlantıları oluşuyor. Enola’nın annesi tarafından yetiştirilme tarzı, yine Enola’nın erkeklerin dünyasında bunu ortaya koyuş şekliyle kendini keşfetmesi ve elbette, kadınların oy kullanma hakkı kazandığı reform hareketi. Hepsi aynı amaca hizmet ediyor ve tutarlı bir anlatım sergilenmesi sonucunu doğuruyor. Bu kısımlarda, feminizm göndermeleri ve kadınlara olan ezici bakış da sık sık hikayeden nasibini alıyor. Tabii söylemlerin biraz eksik ya da basit kaldığını da ekleyelim. Popüler olabilecek ve daha çok kesime ulaşabilecek bir filmde bu söylemleri görmek güzel ama çok daha sağlam, daha doğrusu sert bir anlatım tercih edilebilirdi.
Film, Sherlock Holmes evreni üzerinden değerlendirildiğinde, başta da belirttiğim üzere salt eğlence olarak gören izleyicilere iyi geleceğini tekrarlayalım. Kurgudaki dinamizm, geçişlerdeki küçük sürprizler ve flashbacklerin animasyon görüntüleri bu eğlenceyi de harmanlayan detaylar olarak göze çarpıyor. Bu hikayedeki Sherlock Holmes ise en kararsız kaldığım konu oldu. Telif haklarına sahip olan şirket, Sherlock’un yanlış kullanıldığını, duygularına fazla yer verildiğini ve bunun da sözleşmeye aykırı olduğunu iddia etti. Bradbeer, dengeyi kurabilmek için Cumberbatch ya da Downey Jr.’a göre çok daha ciddi bir Sherlock Holmes yaratmış. Mizah yönü azalan karakter, yine fazlasıyla zeki ama bu konudaki kararsızlık çoğu izleyicinin aklını karıştıracaktır. Elbette, Enola Holmes’ün hikayesinde annesi kadar önemli değil ama devam filmleri ihtimali düşünüldüğünde bir kafa karışıklığı olabilir diye düşünüyorum. Zeki dedektifin ön planda olduğu bütün filmleri düşündüğümüzde ise filmin birçok klişeyi kullandığını belirtelim. Yenilikçi ve yaratıcı bir anlatım bekleyenleri, eğlence arayanların tam zıttına koyup, film için beklentiyi diğer yöne çekmelerini şiddetle tavsiye etmek gerekiyor.
Son tahlilde, filmin oldukça eğlenceli olduğunu, ev sinemasında keyifli iki saat geçirmek için ideal olduğunu yinelemek gerekiyor. Türü sevenlerin de yine keyif alacağını belirtmeliyim. Dedektiflik klişeleri ve dönem atmosferi de yine bir şeyler yakalamaya çalışan izleyiciler için olumlu özellikler olarak göze çarpıyor. Klişelerin çok oluşu ve karakterlerin bazı boşlukları epey güç düşürücü. Enola’nın annesinin yolculuğu ve finali biraz havada kalıyor. Günümüzde hala olması utanç verici olan, Viktorya Dönemi İngiltere’sindeki kadına bakış ve bu konuyu destekleyen anlatım eksik olmasına rağmen önemli. Tüm bu olumlu özelliklere rağmen, filmin totalde “hoş bir seyirlik”ten öteye fazl geçemediğini de söyleyebiliriz.