Agatha Christie tarzı senaryosunu da Romain Compingt ve Daniel Presley ile birlikte yazan Régis Roinsard’ın yönetmen koltuğunda oturduğu “Les traducteurs /The Translators”, gizem dolu bir gerilim hikayesini anlatıyor…
Önce konuya ardında da karakterlere kısaca bir bakacak olursak…
Angstrom yayınlarının sahibi Eric Angstrom (Lambert Wilson), favori yazarlarından Oscar Brach’ın “Dedalus üçlemesinin” son kitabı olan “The Man Who Did Not Want to Die/ Ölmek İstemeyen Adam” ın eş zamanlı çevirisine Aralık ayında başlayacağını, okuyucu ile buluşmasının da Mart ayında gerçekleştirileceğini duyurmasının ardından dokuz değişik ülkeden gelen çevirmenler, bir Rus milyarderin Paris’teki hapishaneyi andıran korunaklı malikanesinde buluşturulurlar…
Kimler mi bunlar?
Hadi gelin tek tek tanıyalım…
Elbette ki; İngiltere’den Alex Goodman (Alex Lawther), Rusya’dan Katerina Anisinova (Olga Kurylenko), İtalya’dan Dario Farelli (Riccardo Scamarcio), Danimarka’dan Helene Tuxen (Sidse Babett Knudsen), İspanya’dan Javier Casal (Eduardo Noriega), Almanya’dan Ingrid Korbel (Anna Maria Sturm), Çin’den 20 yıldır Paris’te yaşayan Chen Yao (Frédéric Chau), Portekiz’den Telma Alves (Maria Leite) ve Yunanistan’dan Konstantinos Kedrinos’tur (Manolis Mavromatakis) …
Kendilerini, Eric’in asistanı Rose-Marie Houeix (Sara Giraudeau) ile Marat (Sergueï Nesterenko), Ivan (Ilya Nikitenko) ve Sergei’den (Miglen Mirtchev) oluşan Rus güvenlik görevlileri karşılar…
Girişte yapılan tedbir amaçlı ilk uygulama, başta cep telefonları olmak üzere gelen konukların internete ulaşabilecekleri bütün elektronik cihazların toplanmasıdır…
Böylelikle basım ve dağıtımı henüz tamamlanmamış olan kitaptan dışarıya bilgi sızdırılması engellenmiş olacaktır…
İzlenecek olan ve Eric ile Rose-Marie tarafından açıklanan çalışma programı ise, Pazar günleri düşüldükten sonra 480 sayfadan oluşan kitabın çevirisinin günde 20 sayfadan bir ay içinde tamamlanması, ertesi ayda düzeltmelerinin yapılması biçimindedir…
Tabii bütün bu işlemler, hepsinin kilit altında tutuldukları bir ortamda yürütülecektir…
Ve nihayet söz konusu süreç başlar…
Bir ara Eric, editörlüğünü yaptığı eski dostu Georges Fontaine’i (Patrick Bauchau) ziyaret için Barfleur, Normandie’ye gider…
Lütfen bu ani ziyareti ve Georges’u aklınızın bir köşesinde tutun…
Zira ileride çok lazım olacak…
Diğer yandan, bir elleri yağ da diğer elleri de bal da olan çevirmenlerimizin keyiflerine de diyecek yoktur…
Yoktur yok olmasına da…
Eric’in, telefonuna düşen bir mesaj sonrasında:
Kitabın ilk 10 sayfasının internete sızdırıldığını ve verilen banka hesabına 5 milyon Avro havale edilmemesi halinde de sırada diğer 100 sayfanın bulunduğu bilgisini alır almaz hava aniden değişiverir…
Bu durumda Eric çeviriyi, bunu yapanı buluncaya kadar durdurmaya ve elde kalan son 100 sayfayı da dağıtmamaya karar verir…
Korumalar yaptıkları aramalarda herkesin odası ile eşyalarını hallaç pamuğu gibi atarak darmadağın ederler…
Buldukları dişe değer tek delil, Helene’in yazmakta olduğu romanın el yazmalarıdır…
Kendisini yeteneksizlikle itham eden Eric, hızlıca kaleme alınmış bu taslakları birer birer şömineye atarak yakar…
Yani aslında Helene’i üzmek dışında o ana kadar herhangi bir sonuç elde edilememiştir…
Yalnız neredeyse hemen herkes, içlerinden birinin yanında getirerek içeriye gizlice soktuğu elektronik parçalar ile internete girerek bu sızdırmayı yaptığına inanmaktadır…
Ama nasıl?
Henüz dakika 39…
Geride bu işi yapanın ve yapma yöntemi ile yazar Oscar Brach’ın gerçek kimliğinin de öğrenileceği 66 dakikalık oldukça heyecanlı bir bölüm daha mevcut…
Fakat insana, “Edebiyat yeri geldiğinde hayat da kurtarırmış” dedirterek Marcel Proust’a selam yollanan öyle bir sahne var ki, kesinlikle bayılacaksınız…
10 milyon Avro bütçeyle çekilmiş, kimi zaman ürkütücü derecede “klostrofobik” de olan kapalı tek mekân ağırlıklı bu filmi, sonu tahmin edilemeyen polisiyelerden hoşlanan sinemaseverlere hararetle tavsiye ediyoruz…
Eminiz Japon besteci Jun Miyake’nin müziklerini de beğeneceksiniz…
Keyifli seyirler,