İktidarlar ne zaman sevmiş ki muhalif entellektüeli?
Yazar: Duygu KocabaylıoğluRus sinemacı Alexey German Jr. imzalı politik biyografi filmi Dovlatov’u Nisan ayında gerçekleştirilen 37. İstanbul Film Festivali kapsamında seyretme şansı bulmuştum. Edebiyatın beyazperdede vücut bulmuş hali olan bu film, günde üste üste 2,5 saatten en az 3 film seyredip yorgun düşen sinema yazarlarının pek çoğuna ilaç gibi gelmişti. Altın Ayı için yarıştığı Berlin Film Festivali’nden evine, kostüm ve yapım tasarımı dalında En İyi Sanatsal Katkı ödülüyle dönen Dovlatov bu haftanın yegane yabancı festival filmi olarak vizyonda.
Alexey German Jr., çağdaş Rus sineması meraklıları için yeni bir isim değil şüphesiz ki. Dovlatov’dan önce 2015 yılında çektiği ve Rus Komünist rejiminin 100 sonrasındaki distopik bir evrenini kurguladığı Under Electric Clouds (Pod Elektricheskimi Oblakami) en az Dovlatov kadar festival gezmiş, yine 2015 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışmış ve En Görüntü Yönetimi dalında Gümüş Ayı’ya layık görülmüştü. Bu filmin çarpıcı atmosfer yaratımının "Dovlatov" filmine de katkı sağladığı söylenebilir.
Gelelim "Dovlatov"a. 1941’de Sovyet Rusyasında doğan edebiyatçı ve gazeteci Sergey Donatoviç Dovlatov’un yaşamının (1971 yılındaki) sadece 6 gününe odaklanan film, yönetmen Alexey German Jr.’ın şimdiye kadar ki gerçekten en ustalıklı çalışılmış işi. Aldığı yapım tasarım ödülünün sonuna kadar hakkını veren bir atmosfer yaratımı ile seyircisini 1970’ler Rusyasının baskılar altındaki entelektüel hayatına sürükleyen film, içinden hiç çıkmak istemeyeceğiniz ‘2 saatlik bir kısa öyküye’ çiviliyor sizi.
Film sadece 6 güne odaklanıyor ama Sergei Dovlatov’un (Milan Maric) kendi memleketinde yazdıklarını bastırabilme sürecinin kısa bir özeti adeta bu 6 gün. Zira, Sovyet Yazarlar Birliği üyesi olmadığından, 30 yaşındaki yazarın kaleme aldıkları en sıradan edebiyat dergisinden bile red yer. Bir yazarı en çok yaralayan şeylerden biri olan bu reddedilme hissi yetmezmiş gibi, Birliğe girebilmek için tek çıkış yolunun parti yanlısı sahte haberler kaleme almak olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalınca, kendi entelektüel duruşuyla çelişen Dovlatov, çağdaşı pek çok kalem erbabının çıkmazıyla da yüzleşmek zorunda kalır…
Komünist rejime muhalif ya da en azından yanlış uygulamalara eleştirel yaklaşan sanatçıların, düşünürlerin, topyekün entelektüellerin, parti/ülke yönetimi ile ters düştüğü, baskı gördüğü, akabinde istihbarat izlenme listelerine alındığı ve en nihayetinde maalesef anayurtlarını terk etmeye zorlandıkları bilinen bir gerçek. ABD menşei olmayan bu ve benzeri yapımların, biyografik izleklerle o dönemi önümüze samimiyetle sermesi, sinema sanatının temsil ettiği değerler adına kıymetli; ama özeleştirinin de 50 yıl öncesine ait olduğunu ve yerle yeksan edilmiş, tehdit unsuru olmayan ve sadece lacivert romantizmlerle anılan bir rejimden bahsettiğimiz de eklemek gerek. Dovlatov, Putin dönemi yazarı ve gazetecisi değil, fakat bugün yaşayacakları çok farklı olur muydu, belki de esas dönüp buna bakmak lazım…
Milan Maric’in sakin ve dramatik bir performansla başrolü sırtlandığı Dovlatov, perdede akan replikleri, yazarın not defterinin ve edebiyatının gözümüzün önünde canlandırılmasıyla büyülüyor. Daha önce Sergei Dovlatov ismini duymamış olanlar için ise, yazarın edebiyatına göz atmak adına şevk veren bir başlangıç noktası. Dovlatov’un Türkçe’ye şimdiye kadar 2 eserle (Puşkin Tepeleri ve Bavul) ile çevrildiğini de ekleyelim...
Sahi hangi iktidar sever ki entelektüel muhalefeti?
twitter.com/duygukocabayli