Senaryosu, Brian Gunn ve Mark Gunn (kuzenler) tarafından yazılan “Brightburn”, David Yarovesky’nin yönetmen koltuğunda oturduğu korku – gerilim karışımı bir film…
24 Mayıs 2019 tarihinde Amerika’da vizyona giren filmin, 6.2/10 (35.232 oy), 3.7/5 (4.331 oy) ve 5/10 (134 oy) olan IMDB, Rotten Tomatoes ve Türkçe Altyazı izleyici puanı ortalamalarıyla 5.6/10 (192 yorum) ve 44/100 (31 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları, her ne kadar oylamalara katılan sayıları çok yüksek olmasa da, vasat bir filmle karşı karşıya olduğumuza ilişkin bir ön yargı ile ekran başına geçmemize neden olacak gibi…
Biz yine de, 7 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen ve brüt 32.4 milyon dolarlık bir hasılat rakamına ulaşma başarısını da gösteren bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak inceleyecek ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun için de, finaldeki “The Omen” (1976) vari görüntüler nedeniyle bir “Brightburn” serisine bağlanacak bir devam filmine neredeyse kesin gözüyle baktığımız filmin ayrıntılı incelemesine geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, yukarıda da vurguladığımız gibi olumsuz yorum ve puanlardan kaynaklanan negatif ön yargının da etkisiyle, rastlayacağımız olumsuzlukları not almak üzere elde tabletle izlediğimiz sayılı filmlerden biri olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Filmin süper güçlere sahip kahramanı Brandon Breyer’ın (Jackson A. Dunn) 12 yaşında bir çocuk olduğunu da unutmadan, gelin isterseniz şimdi aldığımız bu notlara bir göz atalım:
İlk olarak bold harflerle tabletimize, “Jason Voorhees” ve “Michael Myers” yazmışız…
Elbette herkesin yakından tanıdığı gibi, biri “Friday the 13th” diğeri de “Halloween” serisinin, sadist yöntemlere sahip manyak katilleri… Gerek Jason’ın gerekse de Michael’ın en büyük (ortak) özellikleri, Brandon Breyer gibi hem maske takıyor olmaları hem de nerede ve ne zaman ortaya çıkarak kurbanlarını öldüreceklerinin belli olmaması…
Bir sonraki notumuz, “kendini koruma içgüdüsü”…
Evet, yöntemleri çok sert ve kanlı olabilir… Ama gerçekten de Brandon Breyer’ı cinayet işlemeye iten, hatta zorlayan güdü, sadistçe bir tutku değil… Onun tek amacı, tüm canlılar gibi ne pahasına olursa olsun hayatta kalabilmek… İşin en ilginç (ve matrak) kısmı da, kurbanlarının tamamının, neredeyse “Gel, beni de öldür” dercesine kendi kendilerini küçük Brandon’a ihbar ediyor olmaları… Tabii böyle olunca da, süper güçlere sahip olan uzaylı kahramanımız birden bire eli kanlı bir canavara dönüşüveriyor…
Tabletimizdeki son notumuz ise, performansı ile göz dolduran Elizabeth Banks’in canlandırdığı Tori Breyer karakterinin sahip olduğu ve izleyiciye, “Bu kadarı da biraz fazla” dedirten “korumacı kadınlık ve annelik hormonları”…
Bununla ne demek mi istemişiz?
Spoiler vermeden bu notumuzu izah etmemiz mümkün olamayacağı için filmin temel şifrelerinden biri olduğunu düşündüğümüz bunu ve diğer pek çok şeyi keşfetme işini de, yorumumuz sonrasında meraka kapılarak filmi izleyecek olanlara bırakalım dedik…
Üstelik de, dikkatli gözlerden kaçmadığı gibi 1930’lar ile 1940’ların Amerika’sının ürünü olan yardımsever “Superman” karakterinden ne oldu nasıl oldu da 2019’da bu türde bir “Superman” karakterine gelindi hususundaki bir analize hiç girmeden…
Zira bunun için Amerika’nın; Küba ve Vietnam’dan, en son Suriye ve Venezuela’ya kadar olan yıllar içindeki bütün emperyalist sabıkalarını teker teker sıralamamız gerekecekti… Ki; bizce bu, bir film yorumu için biraz gereksiz de olabilecekti… Fakat küçük bir ayrıntı olarak, “iyi” ve “kötü” olan her iki süper kahramanın da ilgili dönemlerdeki Amerika’nın imajlarıyla çok da güzel örtüştüğünün de bilinmesini isteriz…
Tabii bu son söylediklerimizden de kesinlikle, “Evet, Brandon Breyer’in Amerika’sı kötü olabilir fakat Clark Kent’in Amerika’sı iyiydi” tarzında bir anlam da çıkartılmamalı… Çünkü Clark Kent gibiler ve yaşadıkları dönem, olsa olsa en fazla Hollywood’un, arka sokaklarındaki karanlıkları değil de renkli bulvarlarında yaşanan sahte mutlulukları göstererek pazarlamasını yaptığı “Amerikan Rüyasının” medyatik yüzleri ve geri plandaki göz kamaştıran dekorları olabilirler o kadar…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; sinemasever dostlara, “Üçüncüsü de yolda olan ‘Guardians of the Galaxy’ serisinin senarist ve yönetmeni olan (filmin hikâyesini yazan Brian Gunn’ın büyük kardeşi ve Mark Gunn’ın kuzeni) James Gunn’ın yapımcısı olduğu bu film, Gunn imzalı filmleri de yakın takibe almamız gerektiğini net bir biçimde ortaya koymuş oldu” diye seslenerek kullanmak istiyoruz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz puan ve yorumlara aldırmadan “bir şans da siz verebilirsiniz” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 23 Ağustos 2019 günü saat 03.54’de yazılarak paylaşılmıştır...