Henri Charriere'nin aynı adlı kitabından uyarlanan film, 1940'lı yılların Fransa'sında kürek mahkumluğuna çarptırılmış, Papillon ve Dega'nın arkadaşlıklarını ve özgürlük arayışlarını resmediyor. Ayrıca kitabın yazarı Charriere kitabı yaşadıklarından oluşturmuş fakat; kitabın ilk çıktığı dönemde bu hayli tartışılmıştı. Böyle büyük beklentilerle çekilen filmin yönetmenliğini o dönemin en başarılı yönetmenlerinden olan, daha önce ?Patton? ve ?Planet of the Apes? gibi iki başyapıt çıkarmış Franklin J. Schaffner üstlendi. Papillon karakterini, dönemin yıldızı diye tabir edebileceğimiz Steve McQuenn canlandırdı. Papillon'un arkadaşı Dega'yı da dönemin genç yıldızı Dustin Hoffman canlandırdı. ?Bir, iki, üç, dört geri dön! Tekrar bir, iki, üç, dört.??Papillon? özgürlük, arkadaşlık ve umut üzerine bir film. Ayrıca dönemin adalet sistemini ve hapishanelerini çarpıcı bir şekilde gözler önüne sererek, eleştiriyor. Suçsuz yere cinayetle suçlanarak cezalandırılan Papillon'un ceza almasından itibaren kaçmayı düşünmesi ve bunu gerçekleştirmek için kalpazan Dega ile tanışması ve arkadaşını korumak için hapishane görevlilerine karşı gelmesi, onun ilk kaçma girişimini oluşturur. Fakat Kelebek yakalanması sonucu tek başına kapalı 4 adımdan fazla adım atılamayacak ve karanlıkta geçecek olan hücre hapsine çarptırılır. Kelebek'in hücrede yaşadıkları belki de tüm filmin en çarpıcı yanıdır. Ölmemek için ufacık bir odada dayanan, neredeyse aç-susuz kalan, yerdeki böceklerle beslenmeye başlayan ve sağlıklı yiyeceğin Dega'nın gönderdiği söylemediğinden 6 ay karanlıkta kalan Kelebek'in ahlakını hakkında buradan fikir sahibi oluyoruz. Steve McQuenn farkını özellikle bu hücre sahnelerinde ortaya koyuyor. Hücreye girmeden ki hali ve çıktıktan sonraki hali McQuenn'in ne denli bir performans sergilediğini bizlere özetliyor. Oyunculuklara değinmişken biraz Dustin Hoffman'dan da bahsedeyim. Zeki, saf görünümlü, kendine güvensiz, kalpazan Dega'ya büyük bir başarıyla hayat vermiş. Özellikle McQuenn ile Hoffman'ın birebir diyalogları uzun süre hafızalara kazınacak cinsten. Kelebek filmde bir o kadar umutlu ve kaçmayı düşleyen biriyse Dega ise daha umutsuz ve her şeyi olacağına bırakmış biri. Bu zıt kutuptaki iki insanın dostluğunu anlatıyor ?Papillon?. Yer yer ?Kelebek? huzura, kaçışına, aradığına ulaşmaya çalışırken bizleri de huzura götürür ve Schaffner bizleri sessizlikle boğar. Böyle bir huzuru içimize çektikten sonra, dalgaların kayalara vurma sesleri eşliğinde, yıllardır birbirlerini görmeyen iki dostu alttan alta içimize işleyen bir müzikle, diyaloglarına tanık oluyoruz. Filmin bu kadar olumlu yanının yanı sıra az da olsa olumsuzlukları da var ama bu hiç de göze batmıyor. Bunlardan bazıları; gereksiz sekanslara girilmesi ve uzatılması, kitabın tamamını yansıtamama gibi. Dediğim gibi bu ufak ayrıntıları çoğu kişi fark etmiyor bile. Franklin J. Schaffner'in yönetimi muazzam. Kullandığı bireye göre değişen kamera açıları, izleyici uzun süresin rağmen sıkmayan kurgusu ve müzikleri kullanımı yönetmeni her dakikasında filme dahil etmiş. ?Fazla domates tohumları var, belki sen de kendi bahçeni kurmak istersin.??Hey! You basters! I'm still here!?Akademinin görmezden geldiği bu yönetmenliği, oyunculuğu ve filmi neyse ki sinema severler yıllarda unutmadılar. ?Papillon? her yönüyle harika bir film ve dostluk, umut ve özgürlük adına yapılmış gerçek bir klasik.