Hesabım
    Nil'de Ölüm
    Ortalama puan
    3,5
    24 Puanlama
    Nil'de Ölüm hakkında görüşlerin ?

    8 Kullanıcı yorumları

    5
    0 Eleştiri
    4
    1 Eleştiri
    3
    6 Eleştiri
    2
    1 Eleştiri
    1
    0 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 2.050 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    18 Mart 2022 tarihinde eklendi
    Senaryosunu, Agatha Christie'nin aynı isimli romanından (1937) uyarlayarak Michael Green'in yazdığı ve yönetmen koltuğunda Kenneth Branagh'ın oturduğu "Death on the Nile"; türün klasiklerini anımsatırcasına, gizemini son dakikasına kadar koruyan bir polisiye macera olarak geliyor karşımıza...

    Gelin isterseniz, 90 milyon dolarlık bir bütçeyle İngiltere Surrey'deki Longcross Stüdyolarında; yeşil perde ile görsel efekt teknolojilerinden fazlasıyla yararlanılmak suretiyle çekilen ve yapımcıları arasında Kenneth Branagh ile beraber Ridley Scott'ın da yer aldığı bu filme biraz daha yakından bakalım...

    ***

    I. Dünya Savaşının yaşandığı günlerden 31 Ekim 1914 tarihinde; savaşan taraflar arasındaki, stratejik öneme haiz olan Yser Köprüsü için çatışılan Belçika'dayız...

    Belçika ordusu Yüzbaşılarından Rens'e (Orlando Seale) merkez karargahtan, siperlerdeki askerleriyle birlikte; düşmanın elindeki bu köprüyü geri alması talimatı gelir...

    Rens'in planı, önümüzdeki üç saat boyunca rüzgarın yönünün değişmesini beklemek ardından da ellerindeki tüm gaz bombalarını kullanarak düşmana saldırmaktır...

    Ancak buna gerek olmadığını belirten Hercule Poirot (Kenneth Branagh) yedi, hadi bilemedin sekiz dakika içerisinde saldırılmasını önerir...

    Zira şu anki hava koşulları da, bu saldırı için yeterince uygundur...

    Gerçekten haklı da çıkar Poirot ve köprü yeniden Belçika ordusunun kontrolüne geçer...

    Fakat köprü üzerindeki bubi tuzağını fark edemeyen Yüzbaşı, kendisi hayatını kaybederken Poirot'nun da suratından çok korkunç şekilde yaralanacağı büyükçe bir patlamaya neden olur...

    Poirot'nun, bu haberi alır almaz, ileride yine bu savaşta hayatını kaybedecek olan nişanlısı Katherine (Susannah Fielding), soluğu hastane de alsa da Poirot; büyük bir tutku ile bağlı olduğu Katherine'nin, suratının darmadağın olduğu bu halini görmesini istemez...

    Ama Katherine'nin çözümü oldukça basit ve uygulanabilirdir...

    Ne midir o?

    Poirot, bıyık bırakarak kamufle edecektir yaralarını...

    ***

    Londra, 1937...

    Poirot, Bay Blondin'in (Rick Warden); Afro - Amerikan kökenli blues şarkıcısı Salome Otterbourne'un (Sophie Okonedo) müzik yaptığı kulübünde, yemek yiyecekse de sahne de kimse yoktur...

    Çünkü Salome'nin yeğeni de olan menajeri Rosalie Otterbourne'a (Letitia Wright) göre ücretleri ödenmemiştir...

    Ödeme tahsil edilir edilmez Salome sahne alırken, bütün konuklar da dans pistine fırlarlar...

    Yalnız bunlardan yeni nişanlı çift Jacqueline "Jackie" de Bellefort (Emma Mackey) ile Simon Doyle'un (Armie Hammer) dansları, çok haşin ve seksi bir hal almıştır...

    Derken...

    Jackie'nin, yeni satın aldığı çiftlik de Simon'a iş vermesini rica etmek amacıyla davet ettiği mültimilyoner arkadaşı Linnet Ridgeway'de (Gal Gadot), aynı kulübe teşrif eder...

    Çiftlik yöneticiliği işini kapan Simon, bir teşekkür adımı olarak şimdi de Linnet'i dansa kaldırır...

    ***

    Altı hafta sonra Nil Nehri...

    Piramitlerin önünde çay içip kek yiyen Poirot, piramitlerden birinin üzerine tırmanarak uçurtmasını uçuran Bouc (Tom Bateman) ile karşılaşır...

    Annesi ressam Euphemia (Annette Bening) ile de tanıştırdığı eski dostu Poirot'yu, evlilik kutlamasının da yapılacağı bir akşam yemeğine davet eder Bouc...

    O yüzden de, Asuan'daki Firt Cataract Hotel'deyiz...

    Sadece biz mi?

    Elbette hayır...

    Yeni evli Linnet Ridgeway ve Simon Doyle çiftinden Linnet'in; kendi kişisel hizmetçisi Louise Bourget (Rose Leslie), kafasına göre komünist takılan vaftiz annesi Marie Van Schuyler (Jennifer Saunders) ile onun hemşiresi görünümündeki sevgilisi Bayan Bowers (Dawn French), hesaplarını yöneten kuzeni Andrew Katchadourian (Ali Fazal), eski nişanlısı Dr. Linus Windlesham (Russell Brand) ile Salome ve okuldan sınıf arkadaşı Rosalie Otterbourne'da oradadır...

    Kadrodaki tek eksik ise, Jackie idi...

    Ki, o da çıkar gelir...

    Bunun üzerine Simon ile Linnet, suç işleyeceğine kesin gözüyle baktıkları Jackie'ye karşı Poirot'dan yardım isterler...

    Teklifi düşüneceğini ifade eden Poirot, çantasında 22 kalibrelik küçük bir tabanca da taşıyan Jackie ile konuşarak ona; bugüne kadar olan bitenleri unutarak Simon'ın peşinden koşmaktan vaz geçmesi gerektiğini belirtir...

    Elbette Jackie, bildiğini okumaya devam edecektir...

    Bu durumda Poirot, balayı gezisini sonlandırıp evlerine dönmeleri hususunda Simon ile Linnet'i uyarır...

    Linnet bu fikre sıcak baksa da, Simon pek oralı değildir gibi...

    Hatta Jackie'nin ulaşamayacağı düşünülen; şampanyanın su gibi aktığı Karnak isimli bir yolcu gemisi ile Nil'de, Abu Simbel'a doğru yola dahi çıkılır da...

    Tabii ki, gemidekilerden Poirot dışındaki kimseye güvenemeyen Linnet'in tedirginliği yine de bitmemiş ve ısrarla Poirot'dan kendisini koruyup kollamasını talep etmektedir...

    Bu kadar ayrıntı arasında önemsizmiş gibi görünse de, Rosalie Otterbourne'a delicesine aşık olan Bouc'a annesinin evlilik izni vermediği bilgisini de kısaca vurgulayalım...

    Uzatmayalım...

    Abu Simbel'a varıldığında da:

    Firavun II. Ramses'in yaptırdığı UNESCO'nun "Dünya Mirası Alanları" arasında yer alan kompleksi görmek maksadıyla gemideki herkes karaya çıkar...

    Her ne kadar kimse zarar görmese de, o ihtişamlı yapı da bir kaza yaşanır ve ardından da hızlıca gemiye dönülür...

    Döndüklerinde de, bir bakarlar ki; Jackie gemidedir...

    Ve...

    Linnet uyumak gayesiyle Jackie dahil herkesle vedalaşarak odasına çekildiği ve tansiyonun iyice yükseldiği bir tartışma esnasında sinirlenerek silahını ateşleyen Jackie Simon'ı, kemiğini de parçalayacak bir biçimde ayağından vurur...

    Unutmadan bu olay öncesinde; içtiği "alkol derecesi düşük" şampanyanın fena halde çarptığı Poirot'nun, odasına çekilerek uyumak zorunda kaldığını da vurgulayalım...

    Dr. Linus tarafından ilk müdahalesi yapılan Simon odasına götürülürken gerginliği devam eden Jackie, hemşire Bayan Bowers tarafından yatıştırıcı ilaç verilerek uyutulur...

    Bu hareketli gecenin sabahında Louise, hanımı Linnet'i; şakağından tek kurşunla vurularak yatağında öldürülmüş bir vaziyette bulur...

    Dakika 65...

    Geride sizleri, ikisi cinayet dört kişinin daha yaşamını yitireceği; işlenen toplam üç cinayetin faillerini, son an da öğreneceğiniz 62 dakikalık, heyecan dozunun asla azalmayacağı bir bölüm daha bekliyor olacak...

    Keyifli seyirler,
    Mert H
    Mert H

    Takipçi 1.323 değerlendirmeler Takip Et!

    3,0
    3 Nisan 2022 tarihinde eklendi
    Karakterleri film içerisinde değil de film başında tanıyabilseydik biz de gizemin çözülmesinde dedektifimiz Hercule Poirot ile birlikte ilerleyebilirdik. Katili tahmin etmek mümkün ama senaryonun kolaylığından değil kişi azlığından. Ortalama bir film.
    su-sisesi
    su-sisesi

    Takipçi 270 değerlendirmeler Takip Et!

    3,0
    14 Mayıs 2024 tarihinde eklendi
    Nilde ölüm filminin karakterleri tanıtması ve cinayetin islenmesi suresi ilk bir saati buluyor...filmde zaten sayıli karakter olduğu içiin cinayeti kimin isledigi neden isledigi ile ilgili tahminlerde filmin finalinde yanilmadiginizı da anlıyorsunuz...onun dışında filmde görsellik manzaralar oyunculuklar filmi her türlü izlenir kılıyor...
    oscar
    oscar

    Takipçi 86 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    21 Haziran 2022 tarihinde eklendi
    Ben serinin ilk filmi kadar beğenmedim . Cinayeti kim işlediği hemen tahmin ediliyor . Ve olay çok yavaş açılsada filmi izlerken sıkılmıyorsunuz . filmin temposu arttırılsa daha sürükleyici olurmuş . İşin özü çok daha ruhlu ve daha izlenebilir yapılabilirmiş .
    Bay ?
    Bay ?

    22 değerlendirmeler Takip Et!

    2,5
    17 Nisan 2022 tarihinde eklendi
    Uyarlandığı roman ile konu bakımından aynı olsa da ayrıntılar yönünden son derece başarısız bir film. Ki Agatha Christie'nin en iyi romanlarından biri de değil diğer romanlarıyla kıyasladığımda. İlk nostaljik filmleri düşündüğümde, Branagh yönetmenliğindeki ilk filmi de (Doğu Ekspresinde Cinayet) çok başarılı bulmamıştım ama bu film ilk filmden de kötü. Sonuçta böyle uyarlanmış ama kitaptaki küçük satır araları burada ana sahne olarak verilmiş. Pek çok güzel ayrıntı verilebilecekken gereksiz müzik ve dans sahneleri ile bunlar heba edilmiş. Böyle filmlerde konu, gizem, karakter ayrıntıları, sürpriz sonuç çok önemli. Yani bunları veremediğinizde, o rol verdiğiniz pek çok ünlü oyuncu filmi kurtarmaya yetmiyor. İzlenmez değil ama filmden beklediğinizi vermeyen sıradan bir film gibi. İyi seyirler...
    Bulent Karci
    Bulent Karci

    5 değerlendirmeler Takip Et!

    3,0
    16 Mayıs 2022 tarihinde eklendi
    Doğu Ekspresi'nde Cinayet filminden sonra gideri olduğu anlaşıldığı için sanırım "Bir film daha çekelim. Ne olsun? Nil'de Ölüm'ü çekelim." denilmiş ve öyle de yapılmış. İlk filmdeki itirazlarımı burada biraz daha ekleyerek tekrarlayacağım. Belki 1989 yapımı Agatha Christie'nin Bay Piorot'u dizisinin etkisi hala üzerimde. Lakin Kenneth Branagh'tan Piorot olmuyor. David Suchet tam da kitaplarda anlatılan Piorot. Kısa boylu, tıknaz. Christie'nin Beş Küçük Domuz kitabında da anlatıldığı üzeri Piorot'un fiziksel kuvvete ihtiyacı yoktur. O Sherlock Holmes değildir ve işi olaylar arasında bağlar kurarak, mantık yürüterek çözen; kendi deyimiyle "Gri hücrelerini" kullanan bir dedektiftir. Oysa iki filmde de iri yapılı, zaman zaman fevri bir adamla karşılaşıyoruz. Filmde özellikle şüphelileri sorgularken çok fevri gördüm onu. Oysa okuduğum onca Piorot kitabında şüphelileri itham etmeyen, şüphelilere sorular soran ve hemen çıkarımlar çıkarmayan birisidir. Filmde gemide bulunan muhtemel her katil adayını doğrudan suçlaması senaryoyu yazanların kahramanı yeterince tanımadıkları, Christie'nin Piorot kitaplarını yeterince okumadıklarını ve kahramanı yeterince çözümlemedikleri fikrini bende doğurdu. Bu arada kütüphanemde Altın Kitaplar'dan çıkan Christie'nin sadece Piorot'un kahraman olduğu 30 kadar kitap var. Muhtemelen de benim alamadığım 10-15 tane daha var. Bunları tamamen okumadan bir film senaryosu yazmak böylesi kötü sonuçlar doğuruyor. Film'in açılış sekansı Piorot'un bıyığının hikayesini 1.Dünya Savaşı temelli bir hikayeye dayandırıyor. Burası Christie'ye mi dayanıyor, yoksa sonradan mı yazılmış bilemiyorum. Fakat kadının "Bıyık bırakacaksın." demesi çok hoştu. İMDB'nin film için açtığı sayfada Armie Hammer'a yer vermemesi de ilginç. Hammer'ın tecavüzle suçlandığı bir dava nedeniyle Hollywood'dan dışlandığını biliyoruz. Olay sanırım film çekimleri başladıktan sonra ortaya çıkmış olmalı. Hollywood Kevin Spacey'e uyguladığı linç hareketini Hammer'a da reva görüyor anlaşılan. Şimdi sırada tokat olayından sonra Will Smith'te. Filme dönersek gayet sıkıcı ve ağır bir tempo ile film başladı. Olaya ne zaman girilecek, Gal Gadot ne zaman öldürülecek, derken filmin yarısı bitti. Oysa filme erken girilip olayın çözümlenmesi süreci uzun tutularak gerilim arttırılabilirdi. Burada da çok başarılı olunamamış. Neticede boş zamanlarda, film yokluğunda izlenebilecek ve sonra unutulabilecek bir film olmuş. spoiler:
    Ismail K.
    Ismail K.

    1 değerlendirme Takip Et!

    4,5
    16 Şubat 2024 tarihinde eklendi
    kenneth den poırot olmaz olsa da yakışık almaz ...bu adam agatha crıstıe eserlerini mahfetmeye yeminli sanırım
    Görkem Şahin
    Görkem Şahin

    1 değerlendirme Takip Et!

    3,5
    12 Mart 2022 tarihinde eklendi
    Film güzeldi ama icerde hep çolul çocuk vardı hiçbirşey anlayamadık ki.1 dk bile susmadılar. spoiler:
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top