Yakarsa dünyayı garipler yakar..
Yazar: Hande KaraBu hafta sinemalarda, milyonları peşinden sürükleyen ve çok özel bir hayran kitlesine sahip bir sanatçının hayat hikayesini izleyeceğiz; Müslüm Baba’nın hayat hikayesi. Ketche ve Can Ulkay imzalı yönetmen koltuğuna Hakan Günday ve Gökhan Özçiftçi’nin senaryosunun eşlik ettiği filmde, Müslüm Baba’nın kadersiz kaderine tanık olacağız.
Geçtiğimiz yıl Ayla ile başarılı bir prodüksiyona imza atan Dijital Sanatlar’ın yeni filmi Müslüm, Müslüm Baba olarak tanıdığımız Müslüm Akbaş’ın nasıl Müslüm Gürses olduğunu, Muhterem Nur ile olan hayat arkadaşlığını, şöhretin basamaklarını, Tanrı istemezse insanın nasıl da ölmediğini ve yaşadığı tarifsiz acıları beyaz perdeye aktarıyor.
Film ile ilgili söylemek istediğim ilk şey, görüntü ve sanat yönetimi ile makyajın başarısı. Filmle ilgili ilk haberlerin gelmeye başlamasından itibaren Timuçin Esen’e imtina ile yaklaşmış ve bu ismi Müslüm olarak kabullenip kabullenemeyeceğimden emin olamamıştım. Daha sonra filmin Bodrum Türk Filmleri Haftası’nda yapılan lansmanında, henüz yayınlanmayan bazı sahneleri izleme fırsatım olmuş ve fikrim değişmeye başlamıştı. Şimdi ise rahatlıkla söyleyebilirim ki; perdede izlediğim Timuçin Esen değil, Müslüm Gürses’ti. Bu noktada Zerrin Tekindor'un hiç Muhterem Nur'u canladıracak bir tipe sahip olmadığını düşünmüştüm ama o da sırıtmıyor. Keza çocukluk ve ilk gençlik yıllarını canlandıran Alper Parlak ve Şahin Kendirci de gayet başarılı oyuncular sergiliyorlar. Filme sesiyle de katkıda bulunan ve ilk yarıda dinlediğimiz şarkıları seslendiren Şahin Kendirci 2014 yılında henüz 13 yaşındayken O Ses Türkiye Çocuklar’a katılmış ve 1. olmuş. Yani filmdeki bu başarısı çok da tesadüfi bir başarı değil.
Film Müslüm Gürses’in çocukluğundan başlıyor ve neredeyse son günlerine kadar geliyor. Filmin ilk yarısından fazlası çocukluk ve ergenlik yıllarına odaklanırken, Müslüm’ün şöhretli günlerini, sanatçı kişiliğini çok az görme şansımız oluyor. Ve en önemlisi 2000’ler sonrası popülizme yönelmesi neredeyse es geçiliyor. Elbette bu bilinçli bir tercihtir. Ancak ben hayatının anlatıldığı bir filmde o yılları da görmek, kendini jiletleyen o hayran kitlesinin derinine inmek isterdim.
Özenli bir prodüksiyon olduğu başlangıcından sonuna kadar kendini hissettiriyor. Sadece filmden kesilmesini istediğim tek bir sahne olurdu. O da araba almaya gittikleri galeride Müslüm Gürses’in kendi görüntüsünü müşteri olarak kullanmaya çalıştıkları sahne. Çalıştıkları diyorum, çünkü filmin bütünlüğü içinde oldukça sırıtıyordu ve keşke hiç olmasaydı. Onun dışında sonlara doğru gerçek konser görüntüleri izleme şansımız oldu, ancak o görüntülerin de tadı damağımızda kaldı. Zira yine yok denecek kadar azdı. O tarafta telif hakları ile ilgili durumlar olabilir tabii, Müslüm’ün kendi sesini ve bazı önemli şarkılarını kullanmadıkları gibi. Filmdeki bütün şarkıları Şahin Kendirci ve Timuçin Esen seslendiriyor. Müzik demişken, evet bu film hayatını müziğe adamış bir insanın biyografisi ancak müzik kullanımı o kadar aşırı ki, zaman zaman bir es verseler de kulağımız dinlense diyebilirsiniz. Zira her sahnenin altına döşenmiş bir müzik kullanımı var ve yer yer rahatsız edebiliyor.
Muhterem Nur’un birebir anlattıklarından kendisine yol haritası çizen film öyle gerçek ki, Nur’un Müslüm Gürses’ten şiddet gördüğü gerçeğini bile perdeye yansıtıyor. Eğer bu film bir kurgu olsaydı, belki bu durumu eleştirebilirdik. Ancak gerçek bir yaşam öyküsü olunca sadece izleyebiliyor ve muhakemeyi içimizde yapabiliyoruz. Eminim sizler de Baba’nın bu acı dolu öyküsünü izlediğinizde zaman zaman ona kızacak, zaman zaman takdir edecek, zaman zaman ise hayran kalmaktan geri duramayacaksınız. Zira bu kadar acı çekmiş bir insanın sevgisi de büyük oluyor acısı kadar. Çünkü, hangimiz sevmedik çılgınlar gibi?