Orada bir protesto var, uzakta…
Yazar: Duygu KocabaylıoğluMichael Önder ismini kamera arkası camiaya uzaksanız, reklam, klip videosu gibi çekim işlerinin tabir-i caizse angarya mutfağı olan dünyasına sadece seyirciyseniz daha önce sizin de duymamış olmanız normal. ‘Mutfağın’ İngiltere ayağında uzun yıllar geçirdikten sonra İstanbul’a geri dönen sinema, sektör ve akademi insanı Önder, kısalarından sonra ilk uzun metrajlı filmi Taksim Hold'em' ile Türk seyircisine, hem de pek yabancısı olmadıkları bir mevzu ile merhaba diyor…
30. Tokyo Uluslararası Film Festivali'nin 'Asian Future' bölümünde dünya prömiyerini yaptıktan sonra yarışmalı bölümü özellikle eleştirmenler tarafından cılız bulunan 37.İstanbul Film Festivali’nde Yarışma Dışı kategorisinde gösterim şansı bulan yapım, ‘keşke yarışsaydı!’ twit’leriyle övüldükten çok kısa bir süre sonra vizyona giriyor. Taksim Hold’em isminin de çağrıştıracağı üzere yerli sinemamızın henüz layıkıyla el atamadığı, yakın geçmişimizin -hatta henüz geçmeyişimizin- mayınlı bölgesi Gezi protestolarını, bir gece çerçevesinde ele alıyor. Tam tarih verilmese de, gezi direnişinin en sert yaşandığı haftalarda, İstanbul’da bir cumartesi gecesi, bir evin salonunda poker masası çevresinde bir araya gelen 30’lu yaşlarındaki insanlar Gezi’yi ‘konuşuyorlar’.
Kendi argümanları kendilerine yeterince iyi gelen ve ağırlıkla erkeklerden ibaret bu arkadaş kitlesi, dışarı çıkıp çıkmamak, güvenli bölge, direnişin ne değiştireceğinin uzun uzadıya sorgulanmasının döngüsü içerisinde neredeyse tek mekanda bir toplumsal hareketin komformist panoramasını çiziyor. Bu açıdan filmin coğrafyalar üstü, uluslararası bir anlatım dilini yakaladığını söylemek mümkün. Zira aslında ‘gezi’ kelime olarak telaffuz edilmiyor; iç mekanın dışa karşı olan tedirginliği evrensel bir insan duygusu olarak kameraya taşınıyor.
Yukarıda çizdiğimiz panoramada en başat rol, hem baş karakter hem de ev sahibi olan Odun’a düşüyor. Kenan Ece’nin seyrettiğim açık ara en iyi oyunculuk performansı olan bu karakter, evine gelen davetli-davetsiz tüm misafirleri poker masasının ‘güvenli ve eğlenceli’ sularına çekmeye çalışırken, dış dünyaya karşı bireyselci tutumu kelimenin tam anlamıyla Big Lebowski’yi bile koltuğundan ediyor! 90 dakikaya başarıyla yayılan komedi unsurları, masaya gelen davetsiz misafirle ortamı tedirginliğe terk etse de, karakter giriş çıkışlarının dinamizm, filmin ritmini kaybetmemesindeki en önemli unsur olarak seyirciyi yakalıyor. Ve dışarıda yakın bir dönemin tarihi yazılırken, bu salonda, bu poker masasında da mikro sosyolojik tespitler de beyaz yakalıların yakın geçmişini özetliyor…
Filmin oyuncu kadrosunda ise aslan payı Kenan Ece’ye düşerken, tanıdık simalar Damla Sönmez ve Berk Hakman’ın başarılı oyunculuklarının yanı sıra Emre Yetim ise kolpa tatlı su direnişçisi bayrağını hakkıyla taşıyor! Nokta atışı oyuncu seçimlerinin, tiyatro sahnesinde oyuncuların performansları izlenerek yapıldığını da bir not olarak aktaralım.
James Önder’in tema müziği ile özellikle finalde seyirciyi vuran film, makro bir toplumsal hareketin küçük ölçekteki, mikro argümanlarını ve bunların insan ilişkileri üzerindeki etkisini -bakınız polis tehdidi gören komşu figürü!- çuvaldızı herkese batırarak ‘poker masasına’ yatırıyor. Vizyonda mutlaka seyredilmesi gereken filmlerden; hem de toplumsal başkaldırışımızın en taze temsilcisi Gezi’nin yıl dönümü, bu kadar yaklaşmışken...
twitter.com/duygukocabayli