Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Elbette filmin göstermediği birçok şey var. Örneğin baba-kız Minnelli’leri hayatındaki yeri. MGM starı olmanın içerdiği sayısız hoşluklar, ilişkiler, başarılar. Ya da mesleki dramlar veya düşkırıklıkları. Örneğin 1954’de, yine bir bunalım sonrası döndüğü Hollywood’da ünlü A Star İs Born-Bir Yıldız Doğuyor filmlerinin en unutulmazında, Akademi’nin ondan esirgediği (ve yükselen star Grace Kelly’ye verdiği) Oscar ödülü. Ki belki onun hayatına bir depresyon ilacı etkisi yapabilirdi. Ya da sonrasındaki az, ama öz film. Nurenberg Duruşmaları veya Bekleyen Çocuk’taki iç burucu oyunları. Bunlar yok. Ama olanlar da yeterince ilginç. Ve unutulmaz sahnelerle yüreğimize işliyor. Belki en güçlü yanı bir starla gerçek fan’ları (hayranları) arasındaki o sihirli, tariflere sığmaz ilişkiyi vermesindeki güç. Tüm o konser sahneleri; o kimi zaman gergin, ama çokluk, büyüleyici alışveriş. Hele o The Wizard of Oz’un unutulmaz şarkısı Over the Rainbow’un hep birlikte söylenmesi. Ya da en koyu fan’lar arasında yer alan o gay çift. Ve onların o inanılmaz Judy Garland sevgisi... Ki tüm o sahnelerde -ama özellikle finalde- gözyaşlarımın sel gibi akmasına mani olamadım; açık yüreklilikle söylüyorum.
Eleştirinin tamamı için: T24
Gazete Duvar
Yazar: Şenay Aydemir
Film bir yandan Judy Garland’ın son demlerinde aşkı aramaktan vazgeçmeyen, hayatını düzene koyup çocuklarını geri alma umudunu yitirmeyen taraflarına odaklanırken, diğer yandan bitip tükenen enerjisinin kaynaklarını otuz yıl öncesinde arıyor. Hikayenin içine yerleştirilen kimi geri dönüşlerle “Oz Büyücüsü” ve sonrasında yer aldığı filmlerin setine de götürüyor film bizleri. Garland’ın bir çocuk oyuncu olarak çalınan hayatını, uzun çalışma saatlerinin, bozulan beslenme rejiminin, duygusal şantajların yarattığı ruh halinin karşımıza çıktığı bölümler bunlar. Bir yandan stüdyo sisteminin oyuncuları nasıl korumasız bıraktığını, onları birer makine gibi seri üretimin parçası haline getirdiğini görüyoruz. Ama yönetmen Goold, bu bölümler üzerinden bir acıma duygusu geliştirmemeye özen gösteriyor, hatta bir sahnede her şeye rağmen Garland’ın bunu tercih ettiğini gösteriyor.
Eleştirinin tamamı için: Gazete Duvar
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
"Judy"yi çok beğendiğimi söylemem mümkün değil ama sadece Renée Zellweger’in performansı için bile önerebilirim. Zellweger kuşkusuz filme çok şey katıyor ve tek tek bütün sahnelerde çok iyi... Karakterin acılarını, hislerini, içindeki karmaşayı, ruhundaki o kapanmayan yaraları çok duyarlı, içten bir yorumla getiriyor karşımıza. Kendi adıma Zellweger’i oyuncu olarak daha önce hiçbir filmde bu kadar beğendiğimi hatırlamıyorum. Oscar ödülünün de en güçlü adaylarından biri olduğu kesin.
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Peter Quilter’ın ‘End of the Rainbow’ adlı oyununun uyarlaması olan filmde Judy Garland rolündeki Renee Zellweger, performansıyla Oscar’larda ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalının en büyük favorisi olacak gibi. ‘Judy’ klasik biyografi çizgileri pek aşamıyor ve bence en önemlisi Garland’ın büyük kızı Liza Minnelli’yle olan ilişkilerine bir sahne dışında hiç değinmeden küçük çocuklarıyla ilgileniyor. Ama şunu da kabul etmek lazım: ‘Judy’, ana karakterinin yaşadığı acıları ve trajediyi seyircisinde hissettiriyor. Özellikle filmin finali çok hüzünlü ve de çok güzel…
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
Birgün
Yazar: Tuğçe Madayanti Dizici
Judy filminde en büyük sorun, stüdyo sistemi, hırslı anne, uyuşturucu ve alkol kıskacında yaşayan Amerika’nın sevgilisi Judy Garland ile ilgili en önemli şeyin eksik oluşu. O da Judy Garland’ın hüznü. En olması gereken olmayınca geriye kalan orta standartlıktaki film sıkıcı, düz ve yüzeysel olmuş. Rene Zellweger’in de 47 yaşında ‘kazara’ aşırı dozdan ölen Garland’ın hakkını vermiş olduğunu düşünmüyorum. Ve umarım Akademi iki şarkıya ve klişelere bir kez daha tav olmaz ve ödülü daha sağlam bir performansa verir.
Eleştirinin tamamı için: Birgün
Milliyet
Yazar: Nil Kural
Film, Goold’un tiyatro kökenli olması nedeniyle de en geniş alanı, oyunculuğa, yani Zellweger’a açıyor ve film bu performansın dinamiği üzerinden akıyor. Ancak klişeler nedeniyle tahmin edilebilir ilerleyen senaryo, karakteri bilindik sınırlardan daha derine indirip stüdyo sistemi dönemiyle tam bir hesaplaşma sağlayamıyor, akıldan çıkmayacak bir etki yaratamıyor. Buna rağmen sistemin beyaz ve erkek olmayanlara nasıl davrandığının tartışıldığı bir dönemin bir sonucu olarak bu hikâyeleri hatırlamanın tam zamanı.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
T24
Elbette filmin göstermediği birçok şey var. Örneğin baba-kız Minnelli’leri hayatındaki yeri. MGM starı olmanın içerdiği sayısız hoşluklar, ilişkiler, başarılar. Ya da mesleki dramlar veya düşkırıklıkları. Örneğin 1954’de, yine bir bunalım sonrası döndüğü Hollywood’da ünlü A Star İs Born-Bir Yıldız Doğuyor filmlerinin en unutulmazında, Akademi’nin ondan esirgediği (ve yükselen star Grace Kelly’ye verdiği) Oscar ödülü. Ki belki onun hayatına bir depresyon ilacı etkisi yapabilirdi. Ya da sonrasındaki az, ama öz film. Nurenberg Duruşmaları veya Bekleyen Çocuk’taki iç burucu oyunları. Bunlar yok. Ama olanlar da yeterince ilginç. Ve unutulmaz sahnelerle yüreğimize işliyor. Belki en güçlü yanı bir starla gerçek fan’ları (hayranları) arasındaki o sihirli, tariflere sığmaz ilişkiyi vermesindeki güç. Tüm o konser sahneleri; o kimi zaman gergin, ama çokluk, büyüleyici alışveriş. Hele o The Wizard of Oz’un unutulmaz şarkısı Over the Rainbow’un hep birlikte söylenmesi. Ya da en koyu fan’lar arasında yer alan o gay çift. Ve onların o inanılmaz Judy Garland sevgisi... Ki tüm o sahnelerde -ama özellikle finalde- gözyaşlarımın sel gibi akmasına mani olamadım; açık yüreklilikle söylüyorum.
Gazete Duvar
Film bir yandan Judy Garland’ın son demlerinde aşkı aramaktan vazgeçmeyen, hayatını düzene koyup çocuklarını geri alma umudunu yitirmeyen taraflarına odaklanırken, diğer yandan bitip tükenen enerjisinin kaynaklarını otuz yıl öncesinde arıyor. Hikayenin içine yerleştirilen kimi geri dönüşlerle “Oz Büyücüsü” ve sonrasında yer aldığı filmlerin setine de götürüyor film bizleri. Garland’ın bir çocuk oyuncu olarak çalınan hayatını, uzun çalışma saatlerinin, bozulan beslenme rejiminin, duygusal şantajların yarattığı ruh halinin karşımıza çıktığı bölümler bunlar. Bir yandan stüdyo sisteminin oyuncuları nasıl korumasız bıraktığını, onları birer makine gibi seri üretimin parçası haline getirdiğini görüyoruz. Ama yönetmen Goold, bu bölümler üzerinden bir acıma duygusu geliştirmemeye özen gösteriyor, hatta bir sahnede her şeye rağmen Garland’ın bunu tercih ettiğini gösteriyor.
Habertürk
"Judy"yi çok beğendiğimi söylemem mümkün değil ama sadece Renée Zellweger’in performansı için bile önerebilirim. Zellweger kuşkusuz filme çok şey katıyor ve tek tek bütün sahnelerde çok iyi... Karakterin acılarını, hislerini, içindeki karmaşayı, ruhundaki o kapanmayan yaraları çok duyarlı, içten bir yorumla getiriyor karşımıza. Kendi adıma Zellweger’i oyuncu olarak daha önce hiçbir filmde bu kadar beğendiğimi hatırlamıyorum. Oscar ödülünün de en güçlü adaylarından biri olduğu kesin.
Hurriyet
Peter Quilter’ın ‘End of the Rainbow’ adlı oyununun uyarlaması olan filmde Judy Garland rolündeki Renee Zellweger, performansıyla Oscar’larda ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalının en büyük favorisi olacak gibi. ‘Judy’ klasik biyografi çizgileri pek aşamıyor ve bence en önemlisi Garland’ın büyük kızı Liza Minnelli’yle olan ilişkilerine bir sahne dışında hiç değinmeden küçük çocuklarıyla ilgileniyor. Ama şunu da kabul etmek lazım: ‘Judy’, ana karakterinin yaşadığı acıları ve trajediyi seyircisinde hissettiriyor. Özellikle filmin finali çok hüzünlü ve de çok güzel…
Birgün
Judy filminde en büyük sorun, stüdyo sistemi, hırslı anne, uyuşturucu ve alkol kıskacında yaşayan Amerika’nın sevgilisi Judy Garland ile ilgili en önemli şeyin eksik oluşu. O da Judy Garland’ın hüznü. En olması gereken olmayınca geriye kalan orta standartlıktaki film sıkıcı, düz ve yüzeysel olmuş. Rene Zellweger’in de 47 yaşında ‘kazara’ aşırı dozdan ölen Garland’ın hakkını vermiş olduğunu düşünmüyorum. Ve umarım Akademi iki şarkıya ve klişelere bir kez daha tav olmaz ve ödülü daha sağlam bir performansa verir.
Milliyet
Film, Goold’un tiyatro kökenli olması nedeniyle de en geniş alanı, oyunculuğa, yani Zellweger’a açıyor ve film bu performansın dinamiği üzerinden akıyor. Ancak klişeler nedeniyle tahmin edilebilir ilerleyen senaryo, karakteri bilindik sınırlardan daha derine indirip stüdyo sistemi dönemiyle tam bir hesaplaşma sağlayamıyor, akıldan çıkmayacak bir etki yaratamıyor. Buna rağmen sistemin beyaz ve erkek olmayanlara nasıl davrandığının tartışıldığı bir dönemin bir sonucu olarak bu hikâyeleri hatırlamanın tam zamanı.