Senaryosunu da, Anthony Burgess'ın aynı isimli kült romanından (1962) uyarlayarak yazan büyük sinemacı Stanley Kubrick'in yönetmen koltuğunda oturduğu “A Clockwork Orange”:
"Kara mizah (dark comedy)" unsurların ustalıkla kullanıldığı; siyasi erkin, toplumun refah ve eğitim seviyesini yükselterek doğrudan suça yol açan sosyolojik düzeni ortadan kaldırmak yerine suçlu bireyleri, suçu işledikten sonra psikolojik tedavi ile rehabilite ederek topluma entegre etmeye çalıştığı fantastik bir drama olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, farklı kategorilerdeki dört Academy ve yedi BAFTA ödülüne aday olmasına karşın; eğer sinema sanatı ile yakından ilgilenmiyorsa, bugün neredeyse hiç bir sıradan sinemaseverin adını kolay kolay anımsayamacağı "The French Connection" (1971) karşısında ciddi bir hezimete uğrayan bu "sinema klasiğine" biraz daha yakından bakalım...
***
Şahane bir performans sergileyen Malcolm McDowell'ın canlandırdığı Alexander "Alex" DeLarge ile üç kankası Pete (Michael Tarn), Georgie (James Marcus) ve Dim (Warren Clarke); oturmakta oldukları Korova Süt Barı'nda, içine uyuşturucu eklenerek, kendilerini saldırgan bir hale getirecek olan sütlerini yudumlamaktadırlar...
Bardan çıktıklarında gerçekleştirdikleri ilk icraatları da; yollarının üzerindeki bir alt geçidin köşesinde demlenirken, kendilerinden bozukluk isteyen yaşlı bir alkoliği (Nicholas Hill) öldüresiye dövmek olur...
***
Derken...
Terk edilmiş bir gazinoda, Billy (Richard Connaught) ve onun dört kankasına; ellerine geçirmiş oldukları bir genç kadının (Cheryl Grunwald) ırzına geçmeye yeltenirlerken rastlarlar...
Ve...
Çok geçmez...
Genç kadın kaçıp kurtulurken, iki grup birbirlerine girerler...
***
Ardından otomobillerine atlayan Alex ve kankaları soluğu, trafiği terörize etmelerinin ardından, zilini çaldıkları kapının önünde yalan söylemek suretiyle; Bay (Patrick Magee) ve Bayan Alexander'ın (Adrienne Corri), darmadağın edecekleri evlerinin içinde alırlar...
Kankalarından Georgie Bay Alexander'ı yere sabitlerken, bangır bangır bağırarak "Singin' in the Rain" şarkısını söyleyen Alex, diğer bir kankası Dim'in kollarından tutmakta olduğu Bayan Alexander'a zorla tecavüz eder...
Bu eylemin nihayetinde; Bayan Alexander hayatını kaybederken Bay Alexander da, tekerlekli sandalyeye mahkum bir yatalak olarak yoluna devam edecektir...
***
Hızlarını alamayan dört serseri, birer bardak daha süt içmek amacıyla yeniden Korova'ya uğrarlar...
Barda BBC televizyonundan oldukları anlaşılan bir grup daha süt içerken, içlerinden şarkıcı olduğu anlaşılan bir kadın; Beethoven'in 9. Senfonisini seslendirmeye başlar...
Başlar başlamaz da, Alex'in kankalarından Dim; ağzıyla ses çıkartarak, o kadını engellemeye çalışır...
Ki bu da, aynı zamanda fanatik bir Beethoven hayranı olan Alex ile Dim'in aralarının limonileşmesi anlamına gelecektir...
***
Neyse...
Herkes kendi evine yollanırken Alex, bir fabrika çalışanı olan annesi (Sheila Raynor) ve işsiz ev erkeği babası (Philip Stone) ile beraber yaşadığı belediye konutlarındaki, odasındaki çekmece de yılan beslediği evlerine giderek yatar...
***
Öğlene doğru uyandığında; annesinin anahtarını kullanarak evlerine girerek, kendisine son bir uyarıyı yapacak olan dedektif Bay Deltoid (Aubrey Morris) beklemektedir...
Zira diğer vukuatlarını değilse de, Billy ve kankalarıyla yaptıkları kavgadan haberdardır...
***
Plakçı dükkanında tanıştığı iki kızla (Katharina Kubrick) evinde üçlü seks alemi yapan Alex, işini tamamlayınca; kendisini, sürpriz bir ziyaret için yaşadığı apartmanın girişinde beklemekte olan kankalarının yanına iner...
Çünkü artık, özellikle de daha büyük vurgunlar yaparak ciddi paralar kazanmak isteyen Georgie ile Dim, Alex'in liderliğini kabul etmemektedirler...
Ancak çok kısa bir süre içerisinde Alex, her ikisine de hadlerini bildirerek, süt dökmüş kedi gibi olmalarını sağlar...
***
Ama kankalarının taleplerini haksız da bulmaz...
Böylelikle akşama, Woodmere çiftliğinde tek başına kedileriyle yaşayan Bayan Weathers'ın (Miriam Karlin) malikanesini, aynen Alexander'lara uydurdukları yalanlar ile basacaklardır...
Fakat Alexander'ların başına gelenleri gazete haberlerinden öğrenmiş olan bu kadın, hiç tereddüt etmeksizin telefonla hemen polisi arar...
Aynı esnada kapıdan giremeyen serserilerden Alex, açık durumdaki bir pencereden binanın içine sızıp kapıyı açmayı planlamaktadır...
Yalnız biraz aceleci davranan Alex pencereden girer girmez; kendisine direnen kadını öldürür ve mekanın kapısını açtığında da, kankalarının ihanetine uğraması sebebiyle polise enselenerek on dört yıl hapse mahkum edilir...
***
O artık Alexander DeLarge değil Parkmoore Hapihanesi'ndeki 655321 numaralı bir mahkumdur...
Alex, belki de hayatında ilk kez; Baş Gardiyan Barnes'ın (Michael Bates) kişiliğinde, devlet otoritesinin en sert haliyle karşı karşıya gelmektedir...
Tabii hapishanede kendisine göz koyan rahip ile göz kırpan bir mahkum da (Joe Bartlett), işin cabası...
Elbette bir de ortalıkta; Alex'in bizzat başvurmak istediği Ludovico tekniği olarak adlandırılan, insanı suç işlemekten caydıran yeni bir psikolojik tedavi yöntemi de bulunmaktadır...
Böylelikle Alex hem buradan çıkacak hem de bir daha hapishaneye girmeyecektir...
Ama henüz deneme aşamasındaki bu tedavi, hapishanenin direktörünün (Michael Gover) tehlikeli bulması nedeniyle Parkmoore'da uygulamaya sokulmamıştır...
***
Uzatmayalım...
Himayesine sığındığı rahibin de yardımıyla Alex, test için kendiliğinden gönüllü olmayı umsa da bu şansı; bir teftiş esnasındaki girişkenliği sayesinde, İç İşleri Bakanın (Anthony Sharp) kendisinden kapar...
Dakika 65...
Vakti zamanında, DVD ve vizyona girdiği yıl sinema salonunda izlediğimiz filmin geride kalanında sizleri 71 dakikalık muhteşem bir bölüm daha bekliyor olacak...
Keyifli seyirler,